Bir kaç önceki yazımda da belirttiğim gibi hafta sonu bir arkadaşımın düğünündeydim. Çocukluk arkadaşım. Herkesten daha uzun süredir arkadaşım dediğim insan. Babalarımızın aynı yerde çalışmasından mütevellit bizim tanışmamızdan daha önce birbirlerini tanımaları, aslında bebekliğimizden bu yana aynı diyarlarda takıldığımızı gösteriyor olup, canımız istediğinde bu durumu "Biz aslında bebeklikten beri beraberiz" şeklinde kullandığımız bir bağın içerisinde olduğum tek arkadaşım. Tabi bizim tanışmamız emeklediğimiz yıllardan bir 6-7 yıl sonrasında gerçekleşti. İlkokulda aynı okula, aynı sınıfa düştük efendim. Tabi o zamanlar onlar bizim apartmandan yaklaşık bir 100 metre ilerde başka bir apartmanda oturuyorlar. O sarışın, sarı upuzun saçları var, dolayısıyla hoşlanmıyorum bende. (O yaşta varmış fesatlık bende. :)) Benim başka bir arkadaşım var. İsmi "Sümeyye". Fakat alının yazgısı gereği Sümeyye ilk sömestr sonunda okuldan ayrılıp, Almanya'ya taşınıyor. Kaderin cilvesi de bu ya, o sarı saçlı güzel kız da (adı da MerveNur muş pehhh havalarındayım hala tabi ben) tutup bizim bitişik apartmanın tam da bizim olduğumuz dairesine taşınıyor. Şimdi oldu mu sana bir ortak nokta. Onlar 15-A biz 15-B nin 9 nolu dairesinde oturuyoruz. Bu yüzden birbirimize gülümsemeye, okula beraber gidip gelmeye başlıyoruz. Gel zaman git zaman ben onun sarı saçlarına hayran olduğumu itiraf ediyorum, o da bana yakınlık duyduğunu her fırsatta belirtiyor, böylecene kaynaşıyoruz. Aradan yıllar geçiyor, küslükler barışmalar, aramızı girmeye çalışan ve dönem dönem de başarılı olan insanlarla dolu bir yığın anı biriktiriyoruz. Aynı lisede aynı sınıfa düşüyoruz. Lisede bizi Sarı-Kara ikilisi diye anmaya başlıyorlar. Onu gördükleri yerde beni, beni gördükleri yerde onu arıyor herkesin gözü. Ayrı ayrı değil, birlikte bir anlam ifade etmeye başlıyoruz insanlara. Tamamen zıt karakterler oluşumuz birbirimizi tamamlamamızda en büyük rolü oynuyor. O ne kadar rahatsa ben o kadar endişeli oluyorum aynı konuda ve aynı konumda. O rahatça müdür yardımcısının odasına girip, imzalı izin kağıtlarını sallana sallana çantasına atarken, ben kapıda can çekişerek onu odadan çıkarmaya çalışıyorum. Ama o durmuyor, sevdiği çocuğun dosyasından resmini çalmaya uğraşıyor. Bense tekrar tekrar beraber geçirdiğimiz yıllar boyunca yaptığım gibi ve daha geçireceğimiz diğer yıllar boyunca da yapmaya devam edeceğim gibi ona yakalanacağımızı, yapmamasını, etmemesini, durmasını, yanlış olduğunu söylemeye devam ediyorum. Hiçbir işe yaramıyor... Hep olduğu gibi...
Hal böyle olunca onun düğününde neden bir telaş bekledim bende bilmiyorum. Adı "Düğün" olduğundan herhalde, onunkinde de bir telaş bekledim, benimkinde fazlasıyla mevcuttu çünkü. Düğün gününün sabahı gittim yanına. Cumartesi sabah 8.30 da. Tabi ben düşünüyorum ki, bu kızın işi gücü, uğraşıp ilgilenmesi gereken bir ton işi, kuzeni, osu busu vardır. "Sen bizimle ilgilenme diyorum, biz kahvaltı falan yapar, kuaföre yanına geliriz, sen uyu sabah ben seni ararım" falan diye sıraladım anlayışlı arkadaş edasıyla kendimce. Sabah daha otobüsten inmeden aradı, neredesiniz diye, gelip bizi alacaklarmış damat beyle, kahvaltıya damadın ailesinin evine gidecekmişiz. Yahu sen ne diyorsun, senin annen baban kardeşin nerede diye gayriihtiyari bir soru çıktı ağzımdan. "Haa onlar daha gelmediler düğüne gelecekler işte" diye bir cevap aldım. Dumurluğum şok haline bağlandı. Neyse dedim, herhalde beni yanında istiyor, gideyim. Neyse efendim geldiler, oturduk bir güzel çay içtik, onlar kahvelerini, sigaralarını içtiler. Sallana sallana gittik eve, sallana sallana kahvaltı ettik. Sallana sallana çıktık, napalım napalım diye düşündük,(işimiz gücümüz yok çünkü, sıradan bir gün ya o gün) hadi düğün yerine bakmaya gidelim dedik. Gittik de. Baktık beğendik, şurası şöyle olsun dedik, ama burada bu olmayacak değil mi dedik, dedik derken hepsini de ben dedim, o, gelin olaraktan yine öyle kaygısız kaygısız dolaştı. Damadın da bizim kızdan eksik kalır yanı yok zaten. Hani nerede düğünden önce gelin görülmezmiş teranesi, neyin kafası bu ya falan diye sorma girişiminde de bulundum, strese sokmaya çalıştım, yahu şurada kaç saat var, kuaföre ne zaman gidicez de giyinip makyaj yapıp 17.30 da olan nikaha yetişicez biz dedim,(ha evet nikah 17.30 da idi, biz bu konuşmayı yaparken de saat 12 falan işte.) onlar güldüler. Ben gülmedim. Sonra kuaföre gittik, bu kaygısızlar kraliçesi yalnızca kendisine randevu ayarladığından baldız konumunda olan kaygısızın bana daha çok benzediğini düşündüğüm kızkardeşceğizi bile öylecene kalakaldı kuaförsüz. Herkes evleniyor çünkü ne kerametse, kuaförler dolu hiçbirisi almıyor bizi. Biz kaygısız gelini kendi kuaföründe bırakıp çıktık tek tek kuaför dolaşmaya. Gözlerimizi büyütüp başımızı yana da eğdik ama üniversitede yarattığı etkiyi yaratmamış olacak ki kimse tınlamadı bizi. Kaygısız gelinin kaygılı arkadaşlarından bir diğeri olan Betül sağolsun buldu soktu bizi bir yere. Hem de bomboş oh mis gibi.
Biz niye kuaföre geldik ki evde maşayla da yapardık ya biz bunu diye söylenerekten saçımızı iki kıvırttrıdıktan sonra eve geldik bir baktık bizim gelin "Gelin" olmuş. İçimden bir yerlerden "Gelin olmuş gidiyorsun bana veda ediyorsun" şarkısı geçti ama dillendirmedim, yeri değildi. Sonra biz de çarçabuk bir makyaj yaptık giyindik. Hala küpe takmak için kulaklarımızı deşerken davul zurna sesi duyuldu. Bu arada kız evi olaraktan bahsettiğim Betül arkadaşın evi kapsenlendi, çünkü kızımız başka şehirde evlendi, hıhı evet. Neyse geldiler, imam nikahı kıydılar, kızı alıp gittiler. Bizde peşinden tabi. Bir de çıkarken başlarından şeker attık, öyle de bir adetmiş. Sonra düğünün en sevdiğim yeri neresiydi tabi ki gelin arabası. Sarı bir masteng di (Böyle mi yazılıyor ki bu.) Çok beğendim, hatta gelinle damadı bırakıp giden arabanın peşinden düğünü bırakıp gidesim geldi. Ama nikah şahidi olduğumdan irademe gem vurdum. Ha evet ben nikah şahidi oldum birde. Ama saygıya değer eşim can yoldaşım hayat arkadaşım yarim meskenim benim bir fotoğrafımı çekme gereği duymamış, inanabiliyor musunuz, neden çünkü çok heyecanlanmış, ilk defa nikah şahidi olduğum için. Evet bana da bu işte bir terslik var gibi geldi ama ses etmedim, nasıl olsa gelin damat da resim vardır. (Vardır demi. ) Resim olmasa da kapı gibi imzam var, eciş bücüş attım ama olsun. Sonra bizim kız el oğlunun ayağına bastı, ama nikah memuru teyze( bu sefer hakim demedim ) evlilik cüzdanını ikisine aynı anda verdi. MAntıklı. Sonra hızlandırılmış bir düğün senaryosu izledik. Hemen pasta, ardından dans, ardından takı, ardından bizimle azıcık daha oynama. Sonra damat geldi düğünü bitirem mi dedi oluurr dedik. Düğün bitti.
Ama bizim için gece yeni başlıyordu. Gittik önce karnımızı doyurduk 4 büyük boy pizza söyledik. Tam da rejime girmiştim, şans işte. Ne yani en yakın arkadaşımın düğün ertesi pizzasını red mi etseydim. Üç büyük günahtan biri. Yedim tabi 1,5 dilim. Sonra "Paşa" diye bir yere gideceğiz dediler. Gide gide bir başka kapalı düğün salonuna gittik. Noluyo yaa düğüne burda mı devam edicez falan diye düşünürkene ben iki tane esrarengiz kapıdan geçip karanlık, dumanlı, canlı müzikli bir bar ortamına adım attık. İyi yere saklamışlar ama, kimse orada öyle bir yer olacağını düşünemez yani. Orada da bir gelin damat dansı izledik. Bir de oradaki kalabalığı örgütlemem ve gelin damat yeni evli çiftinin yardımıyla yine saygıdeğer eşim yarim meskenime bir doğum günü sürpizi yaptık. :) Öyle işt egüldük eğlendik, yedik içtik, hopladık zıpladık. Bir çifti daha bu kervana soktuk.
Mutlu olsunlar onlar, hep kendi aralarında bizim hiç anlamadığımız ama onların katıla katıla güldüğü saçma geyikler yapıp gülsünler, şiveli konuşsunlar, sevsinler, saysınlar, hiç üzülmesinler, başladıkları gibi hep kaygısız devam ettirsinler hayatı... Kaygısız kalsınlar.:)