Haftasonu Şevval Sam ın konserine gittik. Öyle önceden araştırıp "Aaaaaa Şevval Sam ın konseri varmış bilet alalım gidelim,kaçırmayalım" şeklinde bir arayışa ve heyecana girmeden, Murat ın önceki Ctesi mesai yapacağımdan dolayı, beni götürmek için taaa Beşiktaşa kadar gelip, ben çıkana kadar da ortalıkta orda burda İnönüde dolaşmasının vermiş olduğu sıkıntı halinde biletix gişesine gidip ne var ne yok bakıp, bir iki tane etkinliğe bilet almasıyla gitmiş olduğumuz bir konserdi. Ama eminim ki bundan sonraki konserlerinde o heyecana girip, o arayışı gerçekleştireceğim. Hayatımda gittiğim en kaliteli konserdi. Şimdi böyle deyince sürekli konserlere giden bir tipmişim gibi anlaşılıyor. Hayır efendim, üniversitede gittiğim bir kaç konser dışında çok öyle konserlere gitmiş bir insan değilim. Öyle internete girip, hımm kimin konseri var ki diye arayışlara da girmem hiç. Çünkü nedense bilinçaltım konseri perişanlıkla eşdeğer tutmuş.( Ta ki bu konsere kadar.) Önceki konserlerde, ya üniversite şenliklerinde milyonlarca kişi arasında itiş kakış dinlediğimden, ya konser veren sanatçının fanı olan çevrem veya ablam sayesinde konserden 4-5 saat öncesinde konser alanına gidip en ön sırada güneş altında beklemekten beynimin kavrulma noktasına gelmesinden (Ki o kadar saat beklemenin sonunda konser başlar başlamaz hastalanıp ablamı çeke çeke eve götürmüştüm, pity girl :D), ya da gittiğim konserin yaş sınırının 15 olmasından kaynaklanan etrafınızın ergenlerle çevrilmesinin verdiği "Napıyorum ben burda ya, ne oluyor, ne nerdeyim" ruh hali gibi sebepler yüzünden konserde zevk almayı bırak, şarkıyı söyleyen zat ve şarkıları dışında herşeyle ilgilenmekten yorulup bitkin düşünüyordum. İşte bundan dolayı konser merakım başlamadan bitmişti. Tabi çevremizde de bir büyüğümüz tecrübelimiz yok ki, demiyor ki, kardeşim sen dandik konserlere gidiyorsun. Gel azıcık fazla para ver adam gibi konsere git. Hoş dese de öğrenci adam ne kadar para yatırabilir bir konsere. İşte büyüklerin tabiriyle işini eline almanın o nadide güzel yanlarından birisi, istediğin kadar para yatırabiliyorsun. Bu olaylar silsilesiyle çıktı gittik konsere. Cumartesi akşam 21.00 da Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava tiyatrosundaydı konser. İçimden söylene söylene gittim, hadi Leman Sam tamam da diyorum kendi kendime Şevval in sesi o kadar iyi değil ki, neyse olsun almış, şimdi tatsızlık çıkarmayım, hem değişiklik olur falan diye kendi kendimi avutuyorum güya. Çünkü biliyorum o kadar da iyi değil.(Çok biliyorum ben!) Her sesi az güzel olan da şarkıcı oluyor zaten. Hayır severim Şevval Sam ı. Gülbeyaz dizisini saniye kaçırmadan izlediğim zamanlar geçirdim. ama işte onu öyle sevmişim, Gülbeyaz olarak. Şimdi konser bendeki vizyonunu mahvetmesin istiyorum istiyorum bir yandan da. Bu durumun da huysuzluğunu takınmışken, gittik oturduk. Fotoğraf makinesi sokmak yasak, ona da söylendim bir ton. Saat dokuza geliyor ama sahnede tek bir ışık bile yok, bir hazırlık koşturmaca yok. "Yok kesinlikle 9 da çıkmayacak bu hatun kesin 10-10.30 "gibi çıkar, işte 1 saat durur gider diyorum. Bildiğiniz ön yargının dibine vurmuş haldeyim yani. Sonra saat tam dokuzda sahneye siyahlı insanlar dolmaya başladı. Tabi ben söylenmeyi bırakmıyorum, herhalde kendisinden önce çıkacak olan bir amatör ekip, ben bunun için mi para ödedim falan diye... Meğer onlar orkestra ekibiymiş. Ama çok kalabalıktı ne yapayım. Sonra ekran hafif aydınlanmaya müzik sesi gelmeye başladı. Bir miktar intro dan sonra Şevval Sam ın sesi duyuldu. Kendisi görünmeden bir dakika kadar sesini duyduk sadece. Sonra kendisi çıktı sahneye beyazlar içinde.. Saçında kocaman bir çiçek.. Uzun beyaz bir elbise vardı üzerinde, etekleri rüzgarda uçuşan. Sahne renkten renge girerken, spot ışıkları altında çok güzel görünüyordu. İlk 3 şarkı benim hiç bilmediğim sanırım Türk Sanat Müziği türünde şarkılar olduğu için söylenmeye son hız devam ettim(içimden tabi), başımı gökyüzüne çevirip, neredeyse dokunulabilecek kadar yakın olan bulutları ve onların arasından akıp gidiyormuş gibi görünen ay ı fotoğraflamanın ne kadar güzel olabileceğini düşündüm, sonra fotoğraf makinesini içeri almayan organizasyona tekrar söylendim, tekrar söylendim. Ta ki şevval sam saçındaki çiçeği çıkarıp, konuşmaya neden o şarkıları seçtiğini anlatmaya başlayana dek. Meğer Gülbeyaz'da tanıdığım Şevval Sam dan daha keyifli, daha sempatik bir insanmış kendisi. Ve sesi inanılmayacak derecede kaliteli. Canlı performansı çoğu dinlediğim sanatçıyı beşe ona bine katlar. İşin tuhaf yanı hiç vokal de kullanmıyor. Yalın sadece onun sesi var, ve tüm tiyatroyu dolduruyor. Minicik bir an bile olsa sizi rahatsız etmiyor. Aksine hiç susmasın istiyorsunuz.
Türk Sanat musikisini bırakıp "şimdi sıra biraz da oynayalım" şarkılarına geçince, konser benim için yeniden başlamış oldu. Hayır kalkıp oynamadım tabi ki, ama çok keyifliydi. Yani yalnızca şarkıları söyleyip geçmiyor, seyirciyle iletişimi de çok iyi, tüm konsere dahil olmanızı sağlıyor. Bunun yanında şarkı söylerken, şarkıalra göre sahneye gelen dansçılarla konser ayrı bir görsel şova dönüşüyor. Tango, folklor, semazen,zeybek ve bir tane de adını bilmediğim hani kemençeyle yapılan, erkeklerin aynı kol omuz bacak hareketlerini yapıp pat pat diye sesler çıkararak dans ettikleri dans türü, hepsini uygun şarkılar eşliğinde izledik. Bir ara sahneden "Hazırsanız yanınıza geliyorum" dedi, ve hakikaten geldi de. Tüm amfiyi tek tek dolaştı. Sarıldı, kucaklaştı, el salladı. Ve yakından daha da güzelmiş meğer. Bunu Murat ın "Evet ne kadar güzelmiş" demesi de pekiştirdi.:D Kolay kolay yanımda diyemez çünkü, demek ki hakkaten beğenmiş, tutamamış kendini:D Ya da ben "Vav ne kadar güzel kadınmış yahu" deyince benden cesaret de almış olabilir. Olsun olabilir tabi böyle vakalar :) Annesi Leman Sam ın da orada oluşu ve sahneye çıkıp düet yapmaları da ayrı bir şovdu...
Saat 12 yi geçiyordu ve konser hala bitmemişti. Yalnızca müzik kalitesi açısından değil, sosyal açıdan da çok dolu bir konserdi. Ülkemizde ve başka ülkelerde gerçekleşen, din, dil, ırk etnik ayrıklaşmasının getirdiği kötü sonlara, savaşlara da değindi, her dilden şarkı söyledi. Ermenice, Kürtçe, Türkçe... Geçenlerde kaybettiğimiz büyük ozanımız "Neşet Ertaş" la paylaştığı bir hikayenin ardından, Neşet Babanın en güzel şarkılarından biri olan "Ahirim Sensin" türküsünü tam da yakıştığı şekilde icra etti. Anlattı, güldü, güldürdü, söyledi,söylettirdi.. Konser sonunda "Bidaha bi daha " seslerine karşı koyamadan, ayağında ayakkabısı olmadan sahneye geri döndü, ve en kötü günümüz böyle olsun deyip, bu şarkıyı söyledi...
Ağlama Değmez Hayat Bu Gözyaşlarına...
Doğru, çok doğru...
İyi ki gitmişim, tüm ön yargılarıma rağmen...
Murat Dirildi' ye teşekkürler... :)
Türk Sanat musikisini bırakıp "şimdi sıra biraz da oynayalım" şarkılarına geçince, konser benim için yeniden başlamış oldu. Hayır kalkıp oynamadım tabi ki, ama çok keyifliydi. Yani yalnızca şarkıları söyleyip geçmiyor, seyirciyle iletişimi de çok iyi, tüm konsere dahil olmanızı sağlıyor. Bunun yanında şarkı söylerken, şarkıalra göre sahneye gelen dansçılarla konser ayrı bir görsel şova dönüşüyor. Tango, folklor, semazen,zeybek ve bir tane de adını bilmediğim hani kemençeyle yapılan, erkeklerin aynı kol omuz bacak hareketlerini yapıp pat pat diye sesler çıkararak dans ettikleri dans türü, hepsini uygun şarkılar eşliğinde izledik. Bir ara sahneden "Hazırsanız yanınıza geliyorum" dedi, ve hakikaten geldi de. Tüm amfiyi tek tek dolaştı. Sarıldı, kucaklaştı, el salladı. Ve yakından daha da güzelmiş meğer. Bunu Murat ın "Evet ne kadar güzelmiş" demesi de pekiştirdi.:D Kolay kolay yanımda diyemez çünkü, demek ki hakkaten beğenmiş, tutamamış kendini:D Ya da ben "Vav ne kadar güzel kadınmış yahu" deyince benden cesaret de almış olabilir. Olsun olabilir tabi böyle vakalar :) Annesi Leman Sam ın da orada oluşu ve sahneye çıkıp düet yapmaları da ayrı bir şovdu...
Saat 12 yi geçiyordu ve konser hala bitmemişti. Yalnızca müzik kalitesi açısından değil, sosyal açıdan da çok dolu bir konserdi. Ülkemizde ve başka ülkelerde gerçekleşen, din, dil, ırk etnik ayrıklaşmasının getirdiği kötü sonlara, savaşlara da değindi, her dilden şarkı söyledi. Ermenice, Kürtçe, Türkçe... Geçenlerde kaybettiğimiz büyük ozanımız "Neşet Ertaş" la paylaştığı bir hikayenin ardından, Neşet Babanın en güzel şarkılarından biri olan "Ahirim Sensin" türküsünü tam da yakıştığı şekilde icra etti. Anlattı, güldü, güldürdü, söyledi,söylettirdi.. Konser sonunda "Bidaha bi daha " seslerine karşı koyamadan, ayağında ayakkabısı olmadan sahneye geri döndü, ve en kötü günümüz böyle olsun deyip, bu şarkıyı söyledi...
Doğru, çok doğru...
İyi ki gitmişim, tüm ön yargılarıma rağmen...
Murat Dirildi' ye teşekkürler... :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder