23 Kasım 2012 Cuma

23.11.2012


UNUTMAMAM LAZIM BU ŞARKIYI..

Seasons change
They change when you dont seemt o notice
All of a sudden, wind grows cold
And then the snowflakes start to fall
It's kinda like when fell in love with you
I, I didnt even notice when you didnt love me anymore
Theres a blue, theres a blue sky on my left and a pink sky on my right
And I'm driving down the 92 where the bridge looks like it touches the sky
And imt hinking to ymself
Where did all the time go
And why cant I remember
What it was like when I was young
Seasons change
And you grow a little older
Nothing stays the same
The past becomes the future
Seasons change
And you grow a little older
Noone stays the same
And my heart grows a little colder
Im standing in a parking lot
Of some suburban shopping mall
And I'm dressed in my work uniform making friends with all
The vacant cars
And I'm thinking to myself
I gotta make a big decision today and I hope I choose a better tomorrow
Rather then a better yesterday
Seasons change
And you grow a little older
Nothing stays the same
The past becomes the future
Seasons change
And you grow a little older
Noone stays the same
And my heart grows a little warmer
My heart turns a little warmer
Everything turns it turns it turns it turns
Seasons change
And you grow a little wiser
Nothing stays the same
The past becomes the future
Seasons change
Only the cherry blossoms they bloom again 
They will bloom, they will bloom


22 Kasım 2012 Perşembe

Saçma!

Ne kadar saçma günümüzü tanımadığımız insanlarla geçirmeye mahkum edilişimiz! Sevdiklerimizle değil, yanında olmak istediklerimizle hiç değil!. Hiç tanımadığın insanlarla akşama kadar bir bilgisayar monitörüne bakıp bir şeyler yapmaya çalışmak ne kadar saçma.. Sonunda yokluğa ulaşacak olmasına hatta yerine yenisinin gelmesi kararları alınırken bile o eskiyi yaşatmaya bu kadar çabalamak zorunda olmak ne kadar saçma!!.
Ülkeler arası geçiş kontrolünün olması ne kadar saçma! Benim Venedik' e bir türlü gidemeyişim ve hiç gidemeyecek gibi hissetmem ne kadar saçma. Karar bana aitken bile hava karanlıkken evimden ayrılıp hava karanlıkken evime dönmeye mahkum olmak ne kadar saçma! Bu döngüyü devam ettirme çabamın olmak zorunda olması ne kadar saçma! İnsanları ırkına göre ayırmak ne kadar saçma!
Geçmişe duyulan özlem ne kadar saçma!. Geçmişin günümüzden daha basit, daha kolay olduğu gerçeği ortadayken geçmişe ulaşamayacak oluşumuzun bizi kederlendirmesi ne kadar saçma! Geçmişte hiç efor harcamadan yapılan uğraşların herşeyin daha gelişmiş olduğu zamanımızda yapılamayışı ne kadar saçma. Başladığım o hikayeyi, bizim hikayemizi bir türlü yazamayışım, yazmaya vakit bulamayışım, istek duymayışım ne kadar saçma! Her gün koltukta uyuya kalışım ne kadar saçma!!
Bazı zamanlar her şeyin, herkesin saçma gelişi ne kadar saçma?

Başka türlü birşey benim istediğim
Ne ağaca benzer ne de buluta
Burası gibi değil gideceğim memleket
Denizi ayrı deniz
Havası ayrı hava
Rengi başka tadı başka
Bir başka yolculuk dalından düşmek yere
Yaşadığımdan uzun
Bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
Ağacın yüksekliğince,dalın yüksekliğince rüzgarda
Ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince

Nerde gördüklerim nerde o beklediğim...(Yeni Türkü)

21 Kasım 2012 Çarşamba

21.11.2012


Mutsuz zamanlarımın resmi..


Bazen mutsuzluk hayatınızın öyle büyük bir parçası
 haline gelir ki hep var olmasını beklersiniz.
 Çünkü hayatınızda mutsuzluk olmadığını
 hatırladığınız bir an bile yoktur. 
Ama günün birinde, başka bir duyguyu hissedersiniz. 
Size iyi hissettirmeyen bir şeydir, çünkü tanıdık değildir. 
Ve o anda anlarsınız ki mutlusunuzdur. 

Bazen delicesine bu duyguyu yaşayıp kendi kendime mutsuzluk yaratıyorum ve hissettiğim bu şeyi kendim bile anlamıyorken başka birisi çok iyi ifade etmiş.
Merak ettiğim şey acaba bu bir kişilik bozukluğu olabilir mi?

14 Kasım 2012 Çarşamba

Check 1 :Dark Shadows - Karanlık Gölgeler

Uzun zamandır aklımda olan, ama film izlemeye oturduğumda hiç aklıma gelmeyen filmlerden bir tanesi de Dark Shadow'tu. Tim Burton ve Jonny Deep 'in bir araya gelmiş olması ve fragmanının beni fazlasıyla eğlendirmesinden eklemiştim izlenecekler listesine. Geçtiğimiz haftasonu, kendimce yapmayı planladığım check listemdeki herşey, manik depresif ruh halim ve cumartesimizi yedikten sonra çalışmaya başlayan kombi yüzünden öylece kalakalmıştı. Pazar günü de kendiliğinden ortaya çıkan temizlik çabalarından dolayı gidince, yapabildiğimiz tek şey Dark Shadows u almak ve izlemek oldu.


Ailesiyle birlikte 1752 yılının yeni dünyasına yani Ameikaya giden Collins ailesinin oğlu Barnabas Colins evlerinde bir çalışan olan Angelique Brouchard ile bir ilişki yaşar. Barnabas' a çocukluktan beri sahip olmayı aklına koymuş olan Angelique ise Barnabas' ın kendisini sevmediğini, yalnızca bir gönül macerası olduğunu öğrenince, ben senin bildiğin kadınlara benzemem edasıyla, Barnabas'ın anne ve babasına kazaymışçasına öldürür. Bu sırada cadı olduğunu öğrendiğimiz Angelique bununla da kalmaz, ya benimsin ya kara toprağın deyimini benimseyerek Barnabas' ın daha yeni bulduğu hayatının aşkı Josette' in de  büyü etkisiyle Dullar Tepesi adındaki uçurumdan atlamasınını sağlar. Sensiz bu hayatı neyleyim diyen Barnabas Collins sevdiceğinin ardından atlar, fakat Angelique bunu tahmin etmiş ve büyüyle onu da vampire çevirmiştir. Bu yüzden dolayı ölmeyip hayatta kalan Barnabas yine güzel kötü kadınımız tarafından  toprak altında bir    tabuta hapsedilir. 200 yıl toprak altında kalmış olan Barnabas bir inşaat kazısında özgürlüğüne kavuşur ve eski evinin yolunu tutar. Evin bir harabeye döndüğünü gören Barnabas, Collins evinde ikamet eden diğer Collinslerle evini ve fabrikayı eski ihtişamına getirmek için çalışır.Bu sırada, rakip şirketin de yöneticisi olan AQngelique de boş durmuyor, küçük kuzen David Collins' e bakıcı olarak eve gelen Victoria - ki kendisi de çocukluğundan beri Josette'in hayaletini görüyor olup, onunla konuşması sonucu buraya geliyor ve Josette in tıpksının aynısı - ile Barnabasın yakınlaşmalarını engellemek için elinden geleni yapıyor. Tabi ki başarılı olamnıyor. Fake Josette - Victoria  ile Barnabas happy ever after olarak yaşamaya devam ediyorlar. 


Belki benim çok büyük umutlarla dolu olmamdan, ya da o kadar iş sonrasında çok çok  gülmeye ve rahatlamaya ihtiyacımdan, film beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Yani film korkulacak bir film değil biliyorum ama ben korktum ve lavaboya tek başıma gidemedim. Çünkü aslında o kadar bile kan görmeyi beklemiyormuşum. Yani günümüz vampir filmlerinin ve dizilerinin etkisinden dolayı, beynim vampirleri insanlara zarar vermeyen aşırı güzel ya da yakışıklı, hızlı varlıklar olarak algıladığı için, Barnabas Collins in insanları öldürdüğü sahneler yüzünden follofoş oldum.Çok fazla öyle kan revan falan göstermiyorlar ekranda tabi ki, ama o düşünce bile beni bunalttı. Yani sen kalk koskocaman beyefendi asil Barnabas, insanları öldür bitir. Hiç yakıştıramadım. Ve filmde tüm olaylar bir anda gelişiyor. Yani film ortalarında hani biraz daha olayların ilerlemesi gereken yerleri, müzik eşliğinde ilerleme kaydediliyor şeklinde geçmişler. Dolayısıyla tüm aksiyon ve olayın sonuca bağlanması için de pek bir süre kalmamış gibi. Bir de Jonny Deep in vampir makyajına değinmeden geçemeyeceğim. O nasıl bir makyajdır. Ya biliyorum hep bu vampir dizi- filmlerinin etkisi bu. Çok pudralı geldi, eskimiş makyaj olur ya öyle geldi. Dracula usulü olmuş biraz onun ki ona tamam ama ne bileyim işte, bir Edward dağildi :p 


Tüm bu eleştiriler dışında tabi ki izlenesi bir film. Abur cuburunuzu alıp izleyin. Zevk alırsınız ondan şüphem yok. Sadece öyle çok büyük umutlarla da oturmamak gerekiyor. Bir de benim filmdeki hit karakterim Carolyn 'dı. Filmin başından beri bu kız neyin kafasını yaşıyor diye sordum kendime. Yemek masasında dans etmeler, o  masada oturuş şekli, beni ziyadesiyle etkiledi:p  Filmin sonunda anlamış oldum, kızın genetik yapısı bozukmuş meğer. :) 
 İyi kötü, check listimden bir film daha gitti ya mutluyum. :)

5 Kasım 2012 Pazartesi

İstanbul ' da Sonbahar..


Gezdik, oraya gittik, burayı gördük, fotoğraf çektik dedim ama paylaşamadım. Hafızamdan silinmeden yazayım, siz de benim gözümden görün istedim..
Birinci Gün: Boğaz Turu.
Boğaz turu için bir çok yerden kalkan vapurlar var, ama benim tavsiyem Ortaköy den binin, oradan kalkanlar diğerlerine göre daha lüks. Biz Anadolu yakasında oturduğumuzdan ve  Kadıköy de araba park etmede hiç sorun yaşamadığımızdan oraya kadar arabayla gidip, oradan vapura bindik. Eminönü- Karaköy iskelesinin (yüzünüz iskeleye dönükken) sağında kalan daha küçük bir iskeleden bindik. 12 tl gibi bir tutar karşılığında bilet alıp yolcu salonunda vapurun gelmesini bekledik. Vapur bildiğimiz Kadıköy- Beşiktaş- Eminönü seferlerini yapan vapurlar dandı , yani öyle bir daha büyük ya da daha lüks hali yoktu. Ben ki; standartlar konusunda biraz kendimi aşan hayallere sahip olduğumdan bi pıhladım ama düşününce "Mavi tura da çıkmıyorsunuz, altı üstü 1,5 saat sürecek bir boğaz turu" bu, ama siz böyle de düşünmeyin, gidin Ortaköy'den binin, özellikle de bizim gibi o kadar güneşli sıcak günde durup durup, soğuk bir sonbahar gününde binmeyi seçmişseniz. Tur, boğazın etrafına konuşlanmış yalıların, konakların, okulların ve daha bir çok tarihi önemi olan yapıların görülebilir ve fotoğraflanabilir seviyede yakınından geçiyor, aynı zaman diliminde yapının tarihi ve önemiyle ilgili açıklama yapan bir ses duyuluyor. Tabi, vapurun gürültüsünde söylenenleri pek anlamamakla beraber, yapıyı daha görmeden de ses kaydı başladığı için bir an paniğe kapılıp "Hani nerde,nerde şu mu şu mu" şeklinde gereksiz heyecanlar yapabiliyorsunuz, yapmayın, siz o sesi ignore(türkçesi neydi) edin, keyfinize bakın. Duyduğunuz yerleri merak ediyorsanız Google amcaya sorabilirsiniz.
Şimdik resim paylaşıyorum ben bunları bunları gördüm, hiçbirşey duymadım :)

Kadıköy İskelesi: Beşiktaş, Eminönü, Adalar Ve Boğaz Turu İskeleri burada boydan boya aralıklı aralıklı sıralanmış duruyor.. 


Ne olduğunu hatırlamıyorum, sadece görüntüyü çok sevdim, vapur yeni hareket etmişken çektiğim bir görüntü.



Vapur Kardeş :)


Vapurların arkasında simit için uçuşan martılarla var hep, bizimle beraber geliyorlar, çok güzeller ama, maket gibiler..



Böyle köprünün altından geçiyor Vapur..

Rumeli Hisarı :)

Diğer köprü.

Kuleli Askeri Lisesi, böyle lisemi olur ya hem de askeri...

Kız Kulesi..
Camiler, Sultanahmet' le öbürüsü..


Maket gibi değiller mi ama?

Burayı görünce aklımda kalan tek şeyin yan tarafta oturan amcanın yorumu olması ne ilginç: "İşte Osmanlı padişahları böyle saray konak yaptırıcaz diye borç aldılar, sonra da Osmanlı yıkıldı, yıkılır tabi.." 


Burası da işte birşeybeyi sarayı ya da konağıydı :)
                                                                                                                             
Işıklar Yanarken....





İkinci Gün: Ortaköy : Ortaköy çok güzel bir yer, İstanbul da yaşanılası yerlerden biri. Böyle küçük bir sahil kasabasına gitmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Şirin, otantik.. Kumpiriyle ünlü dediler, yedik ama yemesem de olurmuş, kumpirinde öyle extra bir güzellik bulamadım hatta yediğim en kötü kumpirdi. Ama güzel yanı kumpircilerin ve wafflecıların böyle bir alanda yanyana dizilmiş olmaları, bana gel bana gel diye bağrışmaları, "Abla gel sana torpil yapıcam, vallahi de yapıcam" diye her yoldan geçene yemin edip söz vermeleri falan.. Bir de kumpirini ya da waffle'ını alıp ortaköy iskelesine gidip denize karşı yiyebiliyor olmak çok güzel.. Gerçi boş yer bulmak kolay değil ama biz bulduk, herkes buluyor, bulunuyor yani..Ha bir de en sevdiğim yanı, ortaköy iskelesinin hemen gerisinde ortaköy çarşısı var ki, gümüşçüler, takı tokacılar, otantik eşya satıcılar ve en güzeli sahaflarla dolu. Bir sürü sahaf yan yana dizilmiş, ondan çıkıp ona giriyosun.. Aradığım kitabı bulamasam da, hepsine girip o kitapların, plakların hepsine dokundum. :) Bütün sahafçı amcalar ablalar da pek bir sempatik oluyorlar.. Yoksa bana mı öyle geliyor bilmiyorum ki.. Onlar o kitapların değerlerini biliyor, özenle saklıyorlar sonuçta. Sempatikler işte..Şimdik sıra resimlerde;
Kumpirciler :)

Sokakta Hayat Var!

Ortaköy İskele..Boğaz turu için gelin burdan binin işte..

İskelede bir Murat  :)


O Çarşının girişi.. 

...

Biz buradan yedik, siz yemeyin, diğerlerini deneyin...


Burnumla köprüyü taşırım :)
Şimdik bu kadar...Sonra Sultanahmeti , Çamlıcayı falan da paylaşacağım...