27 Temmuz 2013 Cumartesi

Çikotop ya da Çikilop...

Komşu fırını hepiniz duymuşsunuzdur. Bazı tatları cidden favorim benim ve bunların başında da Çikotop ları geliyor. Neredeyse her öğlen yemekten sonra aramızdan birisi Çikitop mu yesek diyor, ve geri kalan 5-6 kız eveeet diye çığlık atıyor. Bu halimiz yalnız çikitop al özel bir hal. Yoksa normalde gayet aklı başında sakin insanlarız.
Öyle olunca bir süre sonra içimizdeki ev hanımı imajı ortaya çıktı ve bunu neyle yapıyorlar da bu kadar güzel oluyor aceba diye fikir yürütmeye başladık. Bir takım tartışmalardan sonra açıp internetten bakmanın en mantıklısı olacağına karar verdik.
Geçen hafta pazar günü iftara misafirimiz vardı. Öyle olunca bende hemen bir deneyeyim dedim Çikilop u tatlı olarak. Bence gayet başarılı oldu ama ben sütü biraz az koydugumdan biraz çok az kuru oldu. Belki süt birazcık daha çok konulabilir.


Malzemeler; 
1 paket petübör büskevit,:)
150 gr fındık,
2 paket çikolata(Ben birisini fındıklı çikolata seçtim)
1 paket pudra şekeri,
1 paket vanilya,
1 pakete yakın kakao,
1 su bardağı süt, küçük su bardağı olacak ama. (Ben yarım su bardağı  koymuştum)
Yarım paket margarin.

Öncelikle fındığı ve petibörü robotda çekiyoruz. Ben fındığı iyice toz haline getirmedim, biraz dişe dokunsun istedim. Siz isterseniz onuda toz olana kadar çekebilirsiniz. 
Margarini eritip biraz soğumasını bekliyoruz. Bu sırada bir de çikolataları ben mari usulü eritiyoruz. Bilmeyenler için; biri büyük biri küçük iki kabı iç içe koyuyoruz. Büyük olan kabın içine kaynar su koyup, küçük olan içerideki kabın içine de çikolataları koyuyoruz. Ve erimesini bekliyoruz. Tabi içerideki küçük kabın içine su girmemesi lazım. 
Sonra bütün malzemeleri büyük bir kapta birleştirip yoğurmaya başlıyoruz. Eriyen margarini ve en son erimiş çikolataları da ekleyip tekrar yoğuruyoruz. Kıvama gelince cevizden daha büyük parçalar halinde toplar yapıyoruz. İstenirse sonra hindistan cevizine bulanabilir ama Murat hindistan cevizini hiç sevmediğinden ben öyle bırakmayı tercih ettim. Ha birde sakın benim düştüğüm hataya düşüp buzdolabında uzunca bir süre bekletmeyin. Böyle bir 15 dk sonra alın, oda sıcaklığında dursun. İçinde margarin olduğundan hemen donup sertleşiyor buzdolabında.
Ayrıca bi arkadaşım da bunu muzlu olarak yapmış. Yani margarin yerine muzu robottan çekip koymuş. O da güzel olmuş fakat muz çabuk eriyen birşey olduğundan yapar yapmaz dolaba koymuş ve sadece yiyeceği zaman çıkarmış. Çünkü hemen eriyormuş. O da farklı bir tat olabilir. 


12 Temmuz 2013 Cuma

Rüya

Bazı günler öyle rüyalar görüyorum ki, rüya olduğunu anlayınca ancak uyumaya devam edebiliyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum ama nasıl olsa rüya bu diye içim rahat oluyor.  Yine öyle bir rüya gördüm. Tam olarak nerede olduğumu hatırlamıyorum. Bi ev içinde oluyorum  bi dışarda bi yerlerde. Kucağımda bir çocuk var. 3-4 yaşlarında. Ama benim çocuğum değil. Ben o çocukla oynuyorum. Ve çocuk kucağımdan inmiyor, hiç inmiyor. Bir de böyle bacaklarını benim belime doluyor, o kadar sıkı sarılıyor ki. Bir ara annem ortaya çıkıyor,  çocuğa yumuşak bir şekilde in hadi ablanın kucağından beli ağrıyacak fln diyor. Ama çocuk bırakmak ne kelime iyice sıkmaya başlıyor ayaklarını. Annem sinirleniyor tabi, kafasını sallayıp cıkcıklıyor, bana gözleriyle indir falan diyor. Ama çocuk o kadar hafif ki bana hiç yükü olmuyor böyle. Sonra ben bir tepe çıkmaya başlıyorum. Çocuk iniyor bir ara kucağımdan. Bir şeyler istiyor, dondurma galiba. Ben olmaz diyorum, neden olmaz diyorum onu bilmiyorum ama o an onu yememesi gerekiyormuş, ağlıyor sızlıyor ama ben sürekli olmaz, bu senin iyiliğin için tarzı bir şeyler söylüyorum. O sırada çocuğun babası çıkıyor ortaya nereden çıkıyorsa artık, çocuk biraz daha mızırdanınca hadi tamam deyip alıyor çocuğa dondurmayı. Ama ben nasıl sinirleniyorum. Böyle yetiştirirlerse bu çocuğu, her istediğini yaparlarsa ohooo olmaz fln diyorum içimden. Ama benim çocuğum değil ya bir şey de diyemiyorum. Bir taraftan da madem öyle niye ben bakıyorum ya bu çocuğa diye kızıyorum. Çocuk peşimden de ayrılmıyor ama, sürekli kucağımda falan. Çocuğa dönüp "bak sana rica ediyorum yeme o dondurmayı" diyorum, çocuk beni o kadar seviyormuş ki, söylediğimi dikkate alır belki falan diyorum. Ama çocuk da bana çok kurnazca cevaplar veriyor. Yani burada tuhaf olan çocuğa hem deli gibi sinir oluyorum niye yanımdaki bu, gitse ya falan diye düşünüyorum hem de bırakamıyorum bir türlü. Sonra çocuk yine kucağımda bir yere giderken, bir kafe gibi bir yerin yanında geçiyorum. Orası yanıyor. Yuvarlak bir kafe, orta tarafının tavan kısmı yok, açık, kenar kısımlarsa yarı kapalı. Stad gibi düşünün öyle birşey. O açık olan orta kısımdan alevler yükseliyor. Benim 5-10 katım büyüklüğümde, her taraf toz duman içinde kalmış oluyor. Sonra birden kendimi bir binanın yüksek bir katında bir evde buluyorum. Annemi arıyorum. Daire çok kalabalık ama herkes bir taraflara koşturuyor. Bu sefer de zemin kattaki kötü adamlar bir bomba patlatacaklarmış, patlamadan buradan çıkmalıyız diyorum. O yanımdaki küçük çocuk da teyzeme dönüşüyor, teyzem bana emanetmiş güya, onca zaman yanımda olan kişi teyzemmiş. Annemi ikna etmeye çalışıyorum evden çıkmalıyız, acele edin falan diyorum ama annem ağlıyor. Teyzen olmadan gitmem diyor. Teyzeme dönüyorum, o da ağlıyor, bu saatten sonra insem ne olacak, öleyim daha iyi gibi bir şeyler söylüyor, ama ben çok sinirleniyorum. Saçmalıyorsunuz hepiniz artık diye bağırıyorum, Teyzemi tutup kolundan kapıya doğru çekiyorum, bana emanetsin sana bir şey olmaması lazım, saçmalayın çıkın şu  evden diye habire püskürüyorum böyle. O sırada annem yine ağlayarak 15 gün önce ölmüş kimsenin haberi bile olmamış, kimsesiz gibi gömüldü falan diyor. Kim ölmüş diye sormama gerek kalmıyor, o an için biliyor oluyorum, dedem ölmüş oluyor. Çok şaşırıyorum, dedem mi ölmüş diye soruyorum anneme, annem ağlayarak bana bakıyor hiçbirşey söylemeden. Ama ben hala bu evi terketmeliyizin telaşını yaşıyorum. Tam inmeye ikna oluyorlar, bu defa bizim Kırıkkaledeki evde oluyoruz. Annem Alper in üzerinde ince gömlek vardı ona hırka alalım diyor, ben de evet hatice ye de alalım falan derken o kargaşada hırka, kazak arayışına giriyoruz.  İçimde sürekli bir telaş var, alalım şu hırkaları da çıkalım bir an önce diye, ama o kadar sakin arıyoruz ki hırkayı. Bu olur mu, bu olmaz mı diyerek uzun uzun bakıyoruz evirip çeviriyoruz hırkaları. Ve öyle hırkalara bakarken uyandım. Ki sanıyorum uyanmasaydım çatlayabilirdim, patlayabilirdim. Bir türlü çıkıp kurtulamadık ya şu evden... Böyle zamanlarda uyanıp, neyse ki rüyaymış demek ne büyük rahatmış onu anladım bir kez daha.. İnsan sevdiklerinin başına bir şey gelecek olmasına katlanamıyor, düşünmek bile istemiyor...