14 Ekim 2014 Salı

Bazen, sadece bazen..

Bazen sadece şöyle konuşmalar yapmak istiyorum :

H: Napıosun
G: İyiym bacışş sen napon?
H: Sıkıldım, işin var mı,  sana geliyorum.
G: Gel hadi, çay koyyim bende..
H: Tamam bir saate görüşürüz..

H: Hatice
G: Ben

Çok mu büyük bişey bu istediğim... Hiç değil..

30 Eylül 2014 Salı

Kore Dizileri Fırtınası -1

Çok çok çok uzun zamanlar oldu yazmayalı paylaşmayalı.. Bu zamanın içerisine gerçekten zor günler ve zor ilkler de dahil.. Ama benim bu yazıyı yazmamdaki amaç bu zor günleri anlatmak değil. Ben daha güzel, beni daha mutlu eden şeyleri anlatmak istiyorum..
Belki delice gelecek, ya da çocukça ... Gözlerinizi büyütüp, kaşlarınızı kaldırıp şaşıracaksınız..  Biliyorum çünkü çevremdeki insanların %70 i bir dizinin beni böylesine mutlu ettiğini veya depresyona soktuğunu görünce, bana inanamayan gözlerle bakıyor. Ama tüm hayatım boyunca dizilerden, filmlerden fazlasıyla etkilenen bir insan oldum. Bu seferkinin farkıysa dizinin Amerikan veya İngiliz dizisi yerine Kore dizisi olması. Tuhaf olan şey şu ki neden bu denli etkilendiğimi, bu kadar mutlu olduğumu, bu kadar düğüm düğüm hissettiğimi kendim bile bilmiyorum. Sadece yaşıyorum.. Sonuna kadar bu duygulara kaptırıyorum kendimi.. Ve bir görüntü, bir şarkı bir insanı hem bu kadar mutsuz hissettirirken, aynı zamanda nasıl içini kıpır kıpır yapabilir bunu öğreniyorum.. 
Ama biliyorum, her izleyen aynı şekilde etkilenmiyor. Bu bir hobi.. Nasıl Murat maç izlerken delicesine mutluluk yaşıyorsa, maç olduğu gün tüm planlarını erteliyorsa, bu da benim için böyle bir şey. Belki bundan ötesi.. Çünkü ben çok fazla şey görüyorum bu dizilerde.. Günlük hayatta unuttuğumuz tüm incelikleri görüyorum.. Fedakarlığı, masumluğu görüyorum. Ve belki de bu beni bu kadar etkileyen. Yaşadığımız dünya içerisinde artık çok zor karşılaştığımız bu duyguların, bu dizilerde yaşatılması beni bu kadar saplantılı kılıyor. İnancımı kaybetmememi sağlıyor. Kendimi hatırlamamı, kim olduğumu unutmamamı sağlıyor. Ve biliyorum, benim gibi hisseden başkaları da var oralarda bi yerlerde. Bu yüzden paylaşmak istiyorum. Dinlediğim her bir şarkıyı, gördüğüm her bir görüntüyü siz de görün istiyorum. Siz de hissedin, siz de inanın..

1. Secret Garden
Etkisinden en uzun süre kurtulamadığım dizi Secret Garden oldu. En çok güldüğüm de.. Bu zamana kadar çok fazla Kore dizisi izledim. Kore dizilerini izlemeye başladığım ilk zamanlar, kimilerine hala öyle geldiği gibi, tüm karakterler bana aynı görünüyordu. Baş karakterleri ayırt edebilmem için ciddi anlamda güzel - yakışıklı olmaları gerekiyordu. Bu yüzden bir kore dizisine başlarken ilk kriterim, her zaman baş karakterlerin görünüşleri oluyordu. Secret Garden a başlamam bu yüzden zor oldu. Çünkü ne erkek ne de bayan karakteri beğenmemiştim. En son bir arkadaşımın çok yoğun tavsiyesine uyup başladım. İyi ki de başladım.. Bu zamana kadar izleyip sevdiğim tüm kore dizilerini unutturdu bana.. Her bir bölüm, her bir olay beni hem deli gibi güldürürken hem de düğüm düğüm ağlamama sebep oldu.. Aynı zamanda fantastik de bir kore dizisi, karaktler "Gizli Bahçe" adındaki bir yerden aldıkları içkileri içtiklerinden itibaren her yağmur yağdığında ruhları yer değiştiriyor. Bir nokta da kurgu Küçük DenizKızı Hikayesine bağlanıyor. Bu da dizinin başka bi hoş tarafı oluyor.. Çok çok çok sevdiğim bir diziydi. Tüm kore dizisi bağımlılarına ilk sıradaki önerim bu..

Dizinin müziklerini de ayırca çok sevdim ben.. En sevdiğimi paylaşıyorum (Spoiler içerir..)

That Man - Hyun Bin (Baş karakterimiz :))

Bunun bir de bayan söylediği versiyonu var, That Woman, dinleyin, daha güzel :)

2. Man From Stars
Secret Garden ın etkisinden kurtulduğumda çok sevdiğim kadın karakter olan Jeon Ji Hyeon ın dizisine başladım. Ji Hyeon' ı My Sassy Girl filminde tanımıştım. Yaklaşık 4-5 kere izlediğim bir film My Sassy Girl. İzlemediyseniz kesinlikle tavsiye ediyorum, hem komik, hem romantik, hem drama türünde.. Ne diyorduk, ha sonraki dizim Man From Stars oldu. Ya da bazı yerlerde You Came From stars / My Love From Stars şeklinde de geçiyor. Bu da yine bir fantastik dizi. Bir yıldız da yaşayan karakterimizin, 400 yıl önce bir şekilde dünyaya gelmesi ile başlıyor hikaye.. İnsan değil farklı bir tür fakat, insan türüne çok benziyor.. 400 yıl sonra Dünya nın yakınından geçen bir kuyrukluyıldızla tekrar gezegenine dönmeyi bekleyen erkek başrol, önceki hayatlarında da bir şekilde tanışmış olduğu kadın karakterle tanışıyor. Bu dizide en çok sevdiğim şey sonunda verdiği mesajdı. Yanımızda olanlarla geçirmiş olduğumuz her bir saniyenin aslında son saniye olabileceğini çok güzel bir şekilde vermişler.. Ve tabi ki Ji Hyeon un dengesiz ruh hali  de beni en çok güldüren şeylerden birisi oldu. 



Çok çok güldüğüm bi sahneydi :) 

Bu dizide de Kim Soo Hyun yani baş erkek karakterimiz in söylediği bi şarkı var, çok sevdiğim... Aslında şarkıcı olduğunu da dizi bitince öğrenmiş oldum.

 

Ben bu dizileri izleyince hem o kadar mutlu olup hem de o kadar üzüldüm ki. Bunu yapabildikleri için korelileri hiç tanımadan çok seviyorum. Çünkü gerçekten insanların ince noktalarını anlattıklarını düşünüyorum. Kıskançlıklarında bile bi masumluk, gaddarlıklarında bile merhamet var karakterlerin. Hayat daha toz pembe geliyor izledikçe.. Bu da beni mutlu ediyor.. 
Sıralamaya göre paylaşmaya devam edeceğim..
안녕 (Annyeong) :)

19 Temmuz 2014 Cumartesi

İtalya Günlüğü -Venedik - Yaşasın Venedik' e Gitmeler :)

Milano da günümüzü sonlandırıp, Venedik için bir güzel dinlendik demiştim. Eve efendim, Venedik e 1 saat uzaklıkta olan otelimizde geceyi geçirdikten sonra, sabah uyanıp, kruvasan ve kahve içerikli kahvaltımızı ettikten sonra otobüsümüze kurulduk. Bu kahvaltı şekli ilk gün olduğu için çok hoşuma gitmiş olsa da, her günün böyle çekilmeyeceğini , beyaz peynire, yumurtaya, bala, reçele ne kadar hasret olduğumu sonraki günlerde anlayacaktım :)
Otobüsle yaklaşık 40 dk gittikten sonra, vaporettolara bineceğimiz kısıma geldik. Venedik in kara kısmı Veneto, adalara vaperettolarla geçiliyor. Vaporetto ya binip, Venedik'in merkezine doğru yarım saatlik bir yolculuk yaptık..
Bundan sonrasını resimlerle aktaracağım :)
Önceden yalnızca resimleri paylaşmıştım. Şimdi biraz açıklama da ekleyeceğim.. Turla gitmeyi düşünenlere biraz faydam dokunsun istiyorum :)
Otelden yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra vaporettolara binilecek alana ulaştık. Vaporetto ücreti tur fiyatına dahil olduğundan ayrıca para ödemedik. Leo bizim yerimize hepimizinkini toplu olarak ödedi. Emini %100 kar etmiştir ondan da..  Neden böyle diyorum anlayacaksınız sebebini..
Vaperottlara binilecek alan.


Vaporettolar :)

Leo !

Vaporettonun içinde..


Venedik' e uzanan eller :)



Kadriye ablanın ellerinden, manzara çıkmamış olsa da bizi almış sağolsun :)






Yaklaşık yaırm saatlik bir vaporetto yolculuğunun ardından, Venedik' e ulaştık.. İner inmez cafeler dükkanlar ve oteller karşılıyor sizi..  Sıra sıra portatif arabalarıyla üzerinde maske, şapka, şemsiye, kartpostal, biblo gibi bir sürü hediyelik anı eşyası satan satıcılar bulunuyor.. Size tavsiyem ilk heyecana kapılıp buralardan alışveriş yapmayın.. Rialto köprüsünün ayaklarında, Venedik in kalbine doğru indikçe, herşeyin yarı fiyatına indiğini göreceksiniz.. 

Merhaba ben Sevinidirik ::)



Bu bayanlar, sizi yanınıza çağırıp resim çekinmenizi sağladıktan sonra 10 Euro gibi bir tutar istiolar ama ne verirseniz de kabul ediolar :)



Venedik, Ben ve Kolum :)

Meydandaki Saat Kulesi
Saat kulesi, ojinali değil. Orjinali yıkılınca, aynısını tekrar yapmışlar...

Basilica di San Marco
Basilica di San Marco İstanbul' daki Ayosofya örnek alınarak 11. yy da yenilenmiş.





San Marco meydanı Venedik in en büyük meydanı.. Tam 360 dereceden görülebilsin diye Murat ı ortaya koyup dört bir yanından çektim :)  Venedik içinde dolaşırken, Piazza şeklindeki sarı oklar sizi bu meydana çıkarıyor. Bu nedenle kaybolacağım korkusu yaşamanıza gerek yok.. Hatta biraz kaybolun :)




Burada gördüğünüz gibi sarıklı amcalar Osmanlı oluyormuş Leo nun anlattığına göre, anlatılan hikaye ise, San Marco nun kemiklerini domuz etlerinin içerisine saklanarak kaçırılışı anlatılıyor, Osmanlılar domuz eti kokusundan hoşlanmadıkları için sepeti iyice araştırmıyorlar ve San Marco nun kemikleri böylece kaçırılıyor.


Yukarıda görülen brozn atlar, San Marco nun ünlü bronz atları. Bu atlar da haçlı seferi sırasında İstanbul'dan getirilmişler. Orjinalleri bi müzede saklanırken, burada görünenler iyi birer kopyaları.
























Eveeeet gelelim püf noktalara.. Eğer turla geliyorsanız, rehber sizi tam olarak buradan kişi başı 25 euro ücretle gondola bindirmeye çalışacak.. Gondola en fazla 6 kişi olarak biniyorsunuz. Genelde de 6 kişilik gruplarla biniliyor. Fakat benim size tavsiyem, günün o saatinde tüm grup olarak gondollara binip dolu kanalda hiç ilerleyememektense, öğleden sonrayı Gondol turunuz için ayırın.. Ayrıca Gondoların fiyatı fiks, yani 2 kişi de binseniz 6 kişi de binseniz 80 euro alıyorlar. Gondolların üzerinde bu fiyat yazıyor zaten. Dolayısıyla rehber sizde 25*6=150 euro alıp, 70 ini cebe atıyor. Atsın canım o da kazansın diyorsanız saygı duyarım ama ben şahsen parayı sokakta bulmadım :D 


Biz bunu daha önce İtalya turuna gitmiş bir arkadaşın tecrübelerinden öğrendik. Tur sırasında kaynaştığımız arkadaşlarımızla paylaştık, ve öğleden sonra Rialto köprüsünün oradaki gondolculardan gondola bindik. Kişi başı 15 er euro verip, üzerine bir de dondurma yedik :D Ayrıca genelde tüm turlar gondol aktivitesini öğleden önceye koydukları için, öğleden sonra kanallar daha boş oluyor, ve gondolun keyfi daha çok çıkıyor..








Bundan sonraki kalan zamanımızda biz, Venedik' in o dar ve tarih kokan sokaklarını gezdik. Bir sokaktan öbürüne girdik, kaybolacağımızdan hiç korkmadan keşfedilmemiş yerlerini keşfettik.. Aynı turda bulunan bir ablamız Bruno ve Mruno adalarına gitmiş kendi imkanlarıyla, çok güzel olduğunu söyledi. Yani boş vaktinizi değerlendirmek için böyle bir seçeneğiniz de var. Bu adalar da cam işçiliği yapılan adalar.

























Rialto Köprüsü

Biz buradan bindik Gondola :)

Leo bize burada yemek yememiz için çok ısrar etti, ama o kadar çok ısrar etti ki, bu ısrarı gereksiz bulup biz burada yemedik..



Rialtıo köprüsü üzerinde..









Yukarıdaki iki resim Rialtı köprüsünün ayaklarını gösteriyor.. İki tarafı da bir pazara açılıyor. Eğer alışveriş yapacaksanız, bu pazarın en ileri ücra köşelerinde herşeyi yarı fiyatına bulabileceksiniz.. 




Ve tabiki Nutella yı heryerde buluruz :D









Bu tavukları nasıl öldürüyorlar anlam veremedik, kafaları duruyor yahu, kesmedikleri kesin, içim bir tuhaf oldu..



Şu cafe nin güzelliğine bakarmısınız, film seti gibi..


Ba- yıl-dım!!!



Yemek yediğimiz restauranttan bir görüntü. Adını hatırlamıyorum ama gördüğünüz gibi Rialto köprüsünün hemen ucunda bir yer.. Fiyatları makuldü, genelde her restaurantta %12 gibi bir servis ücreti alıyorlar.. Ama biz her gittiğimiz yere çingenelik yapıp, servis ücreti ödemeyiz diye baştan belirtip, bu şartla oturduk :D  Hemen kabul ediyorlar zaten :D








Gondolcumuz, bize Leo dan daha çok şey anlattı Venedik le ilgili :)





























Bende biraz kapı hastalığı olduğundan mıdır, yoksa bu kapılar gerçekten çok güzel olduğundan mıdır, resimlerini çekmeden duramadım.. Bundan sonraki tüm kapı resimleri bu yüzden yani, ekstra bi özellikleri yok :)




































Normalde takıya tokaya çok düşkün bir insan değilim ama, İtalya'daki yüzüklerin kolyelerin tasarımına bayıldım..





Kaybolursanız Per Rialto yu takip edin :)












İtalya ' ya gidip orada da Koreli buldum ya, bu işaret değil de ne ??



Tekrar San Marco Meydanındayız

Çan Kulesi











Yalnızca Venedik in değil tüm Veneto nun simgesi Kanalı Aslan..

Leo bu heykel ile ilgili birşeyler söylemişti ama o kadar tutarsız şeylerdi ki aklımda kalmamış, napıyım zırvalamasaymış o zaman..



Ve karşınızda Ahlar Köprüsü..

Uzun zaman bu fotoğrafın aynısının posterini duvarıma asmıştım, sonunda kendim aynı kareyi yakalayabildim..






Ahlar köprüsü ya da son bakış köprüsü- son nefes köprüsü olarak geçen köprü, Dükler sarayı ile hapishane arasında bulunuyor. Mahkumlar işkence görecekleri hapishaneye girmeden önce hayata son bir kez buradan baktıkları için bu ismi almış. Zamanında Casanova da burada tutuklu kalmış..





Venedik, kalp








Şimdi size bu gülün hikayesini anlatayım.. San Marco meydanında boş boş dolaşırken yanımıza gül satan bir amca yaklaştı. Bengladeş li olduğunu tahmin ediyorum. Bana gülü uzattı. Elimle de istemiyorum işareti yaparak no thanks dedim bi süre, o ise "no money no money " deyip gülümseyerek bana uzattı gülü. Ben de en son pes edip aldım, teşekkür ettim. Aradan bir 15 dk falan geçti, biz hala Murat la meydandayız, aynı amca birden yanımıza gelip, Murat' a bakarak -tutarı tam hatırlamıorum- 10 euro, 10 euro demeye başladı. Biz şok olduk tabi, bende "Al ozaman gülü, istemiyorum" dedim Türkçe olarak :).. Bunun üzerine yine arkasını dönüp gitti. Az deliydi galiba :D










Tadı çok süper, deneyin..



Akşam 19:30 da tekrar tur grubuyla vaporetto dan indiğimiz yerde buluşarak tekrar vaporetto lara binip, otobüsümüzün bulunduğu yere vardık. Oradan otobüse binip, otelimize 1 saatlik bir yolculuk yaptık..






Günün sonunda Venedik'in büyüsü hala üzerimdeydi. İtalya'da gezdiğim şehirler arasında daha yaşanılası, daha elit, daha refah şehirler vardı evet, ama Venedik farklıydı.. Eski evleri, yosun tutmuş kaldırımlarıyla benim için gerçekten masal şehirdi.. Ve hep öyle kalacak..

Şimdi sırada Verona, Floransa...
Görüşmek üzere...