28 Mart 2013 Perşembe

Kader...

1 hafta daha beklesem 1 aydır tek bir satır yazmamış olacağım. Yazmak istemediğimden ya da yazmayı düşünmediğimden değil. Sadece yazmadım hiç işte. Çevremdeki çoğu insan bu aralar sıkıntıda. Ablam, çocukluk arkadaşım, annem, kardeşim babam. Öyle büyük sıkıntılar değil çok şükür ama bazen bunları düşünmekten beynim kendini imha edecekmiş gibime geliyor. O kadar çok parçaya ayrılmış durumdayım ki. Kendimizi, almaya çalıştığımız evi, alırsak içini nasıl yaptıracağımızı, ne kadar kredi çekebileceğimizi, nasıl ödeyeceğimizi, ne ara taşınacağımızı, 1,5 aydır sanayide yatan arabanın parçasını nerden bulacağımızı, düğün için nasıl bir elbise alacağımı ve bana bize dair bir çok şeyi düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü bir de o kadar şeyin üzerine bunları düşünürsem diyorum, zilleri takıp oynayan bir deliye dönüşeceğim. 

Neyse ki kaderci bi insanım. Birşey olmuyorsa, almak istediğimiz 3. evi alma yolunda yine sorunlar yaşıyorsak demek ki diyorum almamalıyız, kısmet değil. Alalım diye yırtınıp kendimi paralamıyorum ama içimdeki kaderci olmayan diğer ses de konuşuyor sürekli. Neden diyor, neden bir türlü yoluna koyamadık ki. Sonra maceraperest çıkıyor, alsan ne olacak ki diyor, o parayla yapmak istediğin bi çok şeyi yapabilirsin neden bir taş yığınına ölesiye para dökeceksin ki? Sonra annemle konuşuyorum, hayatını tek bir maaşla 3 çocuk büyütüp okutmaya çalıştığı için hesaplarla geçiren bir anne olarak paranızı biriktirin çar çur etmeyin diyor. Evet çar çur etmeyeyim diyorum bu seferde. Aklımda milyonlarca tilki dönüyor ve hiçbirisinin birbirinden haberi yok. İşte böyle hallerdeyken yazmayayım diyorum ama bunları kimseyle böylesine açık açık konuşamadığım için yazmadan rahatlayamıyorum. 
Dün akşam kuzey-güney ritüelinden önce Sliding Doors u (Rastlantının Böylesi) izledik. Seb hediye etmişti dvd sini, ilk o zaman izlemiştim bu filmi, sonra bir kez daha bilgisayarda açıp yarım yamalak tekrar izlediğimi hatırlıyorum. Bu sefer de Murat ın da o filmi görmesini istediğim için açtık fakat izleyince fark ettim ki bende çok hatırlamıyormuşum aslında neler olduğunu. Zaten o filmin ne anlatmak istediğini hiç anlamadım ben. Saniyelerin hayatımızın akışında çok önemli etkisi var, onu anlıyorum ama filim sonunda yine aynı yere bağlanıyor. Yani sanki aslında ne olursa olsun yaşaman gereken şeyleri erken veya biraz daha geç yaşıyorsun. Tanışman gereken kişiyle tanışıyorsun işte eninde sonunda. Görmen gerekenleri görüp, yaşaman gereken acıyı yine yaşıyorsun. Ben öyle anladım. Merak ediyorum çok mu yanlış anladığım bir film aceba ??

6 Mart 2013 Çarşamba

PUCCA

Haticenin elinde gördüm okurken, bu neymiş dedim. Çok komik çerez gibi dedi, ben bitireyim sana vereyim sen de oku dedi. Yok dedim benim elimde kitap var şimdi sonra alırım okurum.
Sonra günler geçti, kitapçıda gördüm haa dedim bu kitap o kitap, dur alayım da okuyayım neymiş bu. Aldım ama ben üç seri olan Pucca-Günlük 'ün sonuncusunu almışım - Allah Beni Böyle Yaratmış - bilmiyorum çünkü 3 seri olduğunu.


Neyse elimdeki kitap bitti- Venedik' te Bin Gün - Kitapta sürekli italyanca anlatımlar olduğundan biraz ağır bir kitaptı. Ya da olaysız bir kitaptı diyeyim, sevmesine sevdiğim ama bazı kısımlarını okurken çok sıkıldığım ve anlamakta zorlandığım bir kitaptı. Ne yapsam neyi okusam falan diye düşünürken cuma akşamı mahmurluğunda kendimi fazla yormayayım eğleneyim azıcık dedim, aldım bunu elime. Murat da o sırada salonda maç izliyor. Fenerbahçe- Beşiktaş derbisini. Ben bi taraftan da bilgisayarda dizi açtım onun dolmasını bekliyorum. Kitabı okumaya başladım, okudum okudum okudum. Bi ara Murat ın odaya gelip bana baktığını farkettim, noldu dedi, nolmuş dedim. Neye kahkaha atıyosun bu kadar ki dedi, filme mi gülüyosun dedi. Haa dedim sahi ben dizi de izleyecektim, yok dedim kitap komik. O sırada farkettim ki 200. sayfaya gelmişim. Ama hiç farketmeden. Tabi Murat da o maç izlerken genelde başına ekşimeme alışık olduğundan o da şaşırmış, beklediği gibi "sürekli maç izliyosun zaten" tribini de atmıyorum tam tersi deliler gibi gülüyorum. Tahmin ettiğiniz gibi Cumartesi günü bitmişti o kitap. Uzun zamandan sonra ilk kez 2 günde bitirebildiğim bir kitaptı. Ama bir de anlatayım tabi size nasıl bir kitaptı. 
Zaten sanıyorum ki Pucca denilen arkadaşı herkesler duymuştur bi şekilde. Ha ben kitabını okuyana kadar bu kızın bi bloggercı olarak çok ün yaptığının, twitter da bilmem kaç kişi takipçisi olduğunu falan bilmiyorum. Hiç duymadım çünkü. Pucca kızımız kitabında anlattığı öküzün önde gideni olan eski erkek arkadaşından intikam almak adına blog açmış ve sonra çok ün yapmış. Bloguna hala girip bakmadım. Ama az çok nasıl birşey olduğunu tahmin edebiliyorum. Genel konuşma şeklini kitabı okuyunca çözmüş bulunuyorum çünkü, ha bir de twitter da baktım bir paylaştığı şeylere, yani... Neyse kitap diyorduk. Kitabı kelime kelime gruplayacak olsak, yarısı küfürden oluşur eminim. Her cümlesinde küfür var çünkü. Hem de öyle normal değil küfürleri , - gerçi normal küfür de nasıl oluyo bilemedim şimdi - benim bırakın ağzıma almayı, hayalime gelmeyecek şekilde küfürler ve argo sözler içeriyo kitap. Gerçek hayatımda çevremde böylesine bir insan olsa aşırı derecede rahatsız olurdum galiba ama kitabı okurken bi şekilde daha çok gülüyorsunuz söylediği yazdığı hayal ettiği şeylere. Ki amacının da bu olduğu kanaatindeyim, yani güldürmek. Çünkü hiçbir insan evladı kendini bu kadar aşağılayıp, tüm rezil rüsva hallerini bu kadar aleni açık şekilde yazmazdı herhalde. Yani bir günlük okur gibi okuyorsunuz işte, olayların örgüsünden ne olacağını merak ediyorsunuz. Size çok uzak olan bu üniversite hayatına şaşırıp kalıyorsunuz. Çüş, oha diyorsunuz okurken sürekli. Yani kesinlikle bizden biri değil, o konuda eminim ama işte o da safın önde gideni aşık bir kızcağız gözüyle bakıyorsunuz. Ben öyle baktım yani.  Hani böyle yola çıkarken sizi kasmadan vaktin nası geçtiğini anlamadan bol bol gülebileceğiniz bir kitap olmuş. Ha Pucca bunları cidden yaşamışsa da o kıza çok yazık demeden geçemeyeceğim. 

Son olarak da duydum ki Pucca' nın filmi yapılacakmış.. Buradan o filmi yapmak isteyenlere soruyorum, mal mısınız? Sigara objesine papatya koyularak yayınlanan filmlerin olduğu bir ülkede yarısı bipbipbip şeklinde  geçecek olan bir filmi ne mantıkla yapmaya kalkıyorsunuz?Hayır o biplerin yerine de "lanet olası pislik " deyimini kullanacaksanız, senaryonun yarısı zaten lanet olası pislik cümlesinden oluşacak demektir. Son olarak tekrar soruyorum mal mısınız ? 

Pucca' nın blogunun adresi şuymuş: şu