23 Aralık 2016 Cuma

Günlüğümsü

Daha sık yazayım dedim ama yazmıyorum yine ben. Neyse yazıyorum ya işte. Ama öyle yoğun günler yaşıyorum ki (taşınma), yani eve gideyim, bilgisayarımı kucağıma alayım gibi bir duruma giremedim daha. Ev hala çingene çadırı gibi. Herşey heryerde. Ne zaman ev haline gelecek hakikaten bilemiyorum. Neyse kısa değişimlerden bahsedeyim o zaman. Taşınmayla beraber 2+1 minnacık, küçücük (ama minnoş ve sevimli) bir evden , 3+1 büyük, büyücük ve henüz yerleşmediği için bir karakteri olmayan eve geçtik. Eski evimiz, bulunduğumuz semtin ana caddesi üzerinde olduğundan, servisime falan siteden çıkıp çat diye biniyordum. Şimdiki evimiz ise, o ana caddeden bir 8-10 dk lık yürüme mesafesinde. Dolayısıyla her sabah ve her akşam 8-10 dk yürüyorum. Hadi akşam neyse yürürüm hiç sorun değil ama, sabah bir gözün kapalı ve o soğukta yürümek beni şimdiden bezdirdi. Çünkü sabah daha hava aydınlanmadan evden çıkıp (sabah ezanı bile okunmamış oluyor düşünün), yağmurlu yağışlı havada yürümek bence çok hüzünlü bir durum.
Neyse keşke tek hüznümüz bunlar olsa. Nerdeyse her gün bir gündemle uyanıyoruz, şehit haberlerine zaten alışalı çok oluyor. Yani o kadar kara günlerdeyiz ki aslında, hem söyleyecek bir dünya lafımız var, hem de tek kelime söz edesimiz yok. Bu yazı öyle bir yazı olmasın. Susuyorum o yüzden. Sadece çok üzgünüm. Çok korkuyorum. Tüm vicdanlı, sağduyulu insanlar gibi.. 
Tekrar benim monoton hayatıma dönecek olursak, işte böyle taşınmayla uğraşıyorum. Hergün bugün erken yatayım diye düşünüp, 1 de falan uyuyorum. Saçma bir döngüye girdim nedense. Bir de eve hala tam adapte olamadım. Sanki otelde kalıyormuşuz da, bir kaç güne eski evimize dönecekmişiz gibi geliyor. Henüz yerleşmediği için sanırım, ev olarak göremiyorum hala. Halı yok halı, en büyük sorun o bence. Halı önemli.
Yine iş değiştirmeyi düşünüyorum. Burası bir tuhaf çünkü. 7 ay oldu başlayalı bence yeterli bir süre adapte olmak için, benimsemek için. Ama ben hala benimseyemedim, insanlar android robot gibiler. Yani bir koupkluk var. Bağlılık yok kimse de burada. Benim için de bir iş yerinde en motive edici şey insanlar olduğundan (evime uzaklık, para, yaptığım iş sonra geliyor cidden), bu robotik insanlarla kalmak istemiyorum. Mutsuz oluyorum. Bilmiyorum ya.
Allahım ne kadar sıkıcı bir yazı oldu. Yeterince sıkılmıyor musunuz ? Gönül' ün günlüğü tam size göre? Okuyun sıkılın, sıkıntıdan ölün :D 
Neyse arkadaşlar, bu yazı sizin için bir şükür sebebi olsun. Okuyun ve daha az sıkıcı hayatınız olduğu için halinize şükredin. Evet bunun için yazdım. 
Aralık ayında 2. yazım bu benim. Bence çok iyi gidiyorum :)
Görüşürüz..

8 Aralık 2016 Perşembe

Geri mi dönüyordu ?

Merhaba. Şimdi ben diyorum ki artık daha sık blog yazayım. Bayadır yazmadığımın, bir olay olmadıkça yazmadığımın farkındayım zaten. Ama işte bu yazmak istemediğimden değil aslında, yazmayı seviyorum. Ama anlatacak çok fazla birşeyim olmadığından yazmıyorum. Hani sanal ortam ya işte, sanki anlatsam e banane bunun günlük yaşantısından, bunalımlarından, sıkıntılarından diyeceklermiş gibi anlatmıyorum. Ama adı üstünde blog yani. Bana özel, benimle ilgili zaten. Niye yazmayayım diyorum, beğenmeyen okumasın, defolsun gitsin. (bknz. birden sinirlenmek)
Neyse işte bir geri dönüş yazısı olsun bu benim için. Uzun değil ama işte bundan sonra daha sık olmasına gayret edeceğim yani. Bu haber verme yazısı. Eğer yazmazsam yine uzun süreler, bilin ki ölmüşümdür. Şaka. Eğer yazmazsam uzun süreler bilin ki yine bi mıymıylık moduna girmişimdir, ondandır. Neyse yazıcam."I believe in myself!" Hatta "Je crois en moi!" Evet Fransızca öğreniyorum. :)
Oldu o zaman görüşürüz :)

21 Kasım 2016 Pazartesi

Bozcaada ve Truva Antik Kenti

Ve karşınızda yine ben.. Yazmışım ama yarım bırakmışım, paylaşmamışım.. Neyse birtakım kararlar aldığımdan şimdi paylaşıyorum. Aldığım kararı bi sonraki yazımda yazıcam. Şu an bunu paylaşayım. Bir de şu karanlık, gri , soğuk günlerde bu resimlere bakmak, o anlara dönmek bi mutlu etti beni..

Uzun zamandır gitmek istediğim yerlerden birisiydi Bozcaada. 2,3 günlüğüne bir yerlere kaçalım diye düşünürken, bi anda Bozcaada da rezervasyon yapmış bulunduk.. Ki bu arada mesafesi hakkında hiçbir fikrimiz yoktu, 3-4 saatlik yol diye düşünüyoruz. Hatta Çanakkale ye mi gitsek diye düşünüp, yok yea orası çok uzak daha yakın bir yere gidelim deyip Bozcaada ya karar kılmıştık. Yola çıkacağımız sabah, Bozcaada ya gitmek için Çanakkale den daha ileriye gitmemiz gerektiğini öğrenmemizle yaşadığımız şoku anlatamam herhalde. Ama iyi ki bakmamışız önceden mesafeye çünkü uzak diye vazgeçebilirdik. Hatta kesin vazgeçerdik.. Ama ne kadar içten istediysem gitmeyi, bi şekilde hiç rotaya bile bakmadan rezervasyon yaptık ve sabah erken saatlerde yola çıktık.




Geyikli de feribota binilen yer

Bozcaada ya gidişin kötü yönü, tekirdağ üzerinden gidiyorsanız eğer, 2 kere feribota binmeniz gerekiyor. Bu feribotlardan birisi Gelibolu dan kalkıyor, yarım saatte bir var bunda sorun yok. Ama 2. feribota, Geyikli den biniliyor ve saatleri biraz sıkıntılı. Yani mesela bizim gibi saat 14:00 deki feribotu kaçırırsanız, 16:00 a kadar beklemeniz gerekiyor. Çünkü başka ulaşım şekli de yok. O yüzden bu zamanı biraz iyi ayarlamak gerekli.




Sandığımızdan daha uzun süren bir yolculuktan sonra Bozcaada ya vardık. Bozcaada, otantik pansiyonları, butik otelleriyle küçücük, sakin bir yer.. Biz 2 gün yeter mi acaba demiştik ama, fazla bile geliyor gezmek için.. Çünkü çok küçük bir yer.. Ve eğer, belirli aktiviteler yapmak için gitmiyorsanız -dalış, sörf, şarap yapım kursu vs - 2 günde çok rahat yapılması gerekenleri yapabilirsiniz.







Bozcaada yu güzel kılan şeylerin başında bence restore edilmiş, oteller, pansiyonlar geliyor. Yani o otantik sokakları arasında yürümek çok keyifli bu yüzden. Ben mesela önüme çıkan her otelin, pansiyonun, evin resmini çekmeye çalıştım başlangıçta. Ama sonra farkettim ki hepsi güzel :)



Ada nın meydanı diyebiliriz.




Bozcaada Kalesi
Bozcaada küçük bir yer olduğundan meydanı, kalenin olduğu yer ve deniz iç içe aslında. Sahilde oturduğunuz bir banktan hepsini aynı anda görebiliyorsunuz yani.



Daha önce bahsettiğim gibi, Bozcaadanın temel taşları otelleri, pansiyonları, şarap evleri. Dolayısıyla buraları kolay bulmak için yeterli tabelalar var her yerde.


Sahil









Meydanın en cafcaflı yerinde tabi ki cafeler, büyük çoğunlukla meyhaneler var. Yine bu meyhanelerin görüntüsü çok sıcak, çok şirin yapılmış. Sanırım bu görüntüye kanıp oturuyor ve güzelce kazığınızı yiyorsunuz. Evet bu konuda uyarmam gerekli ki, fiyatlar biraz uçuk.. Yani turist bölgesi ve tatil yöresi olduğundan bunu çok garipsememek lazım ama, aralarında 50 metre bulunan 2 meyhane arasında, balık kilo fiyatının 30-40 tl fark göstermesini anlayabilmem mümkün değil. Şöyle söylemem gerekirse, normalde deniz levreğinin kilo fiyatı 40-45 tl olduğunu varsayarsak, buralarda 100 tl den başlayıp 140 a kadar çıktığını gördüm. Ona göre çarpın işte herşeyin fiyatını 2 ve 3 le :)









Bozcaada da yapılması gereken şeylerin başında, Polente ye çıkıp gün batımını izlemek geliyor. Arabasıyla gelenler için burası ada merkezinden yaklaşık bi 10 dk falan uzaklıkta. Arabasız gelenler için ise, otobüsler ile turlar düzenleniyor ve insanlar grup olarak buraya getiriliyor.




Evet burası polente tepesi. Buranın olayı şu. Yiyeceğini, şarabını alan buraya gelip, burada gün batımını izliyor. Ama biz naptık, aman gün batacak, kaçırmayalım diye koştura koştura geldiğimizden ne bir lokma yiyecek, ne bırakın şarabı su bile alamadık yanımıza.. Ve o gün, o güneş bi türlü batmadı ya :) Açlıktan öldük.. Birşeyler alıp gelseydik, ya da en azından tok gelseydik çok daha keyifli olurdu bu faaliyet.  Yine de kesinlikle yapılması gerekiyor. Şimdi şu aşağıdaki resimde yolun sonunda minnacık bir ev gibi birşey var gördünüz mü ? Ben orada birşeyler var gidelim gidelim diye tutturduğumdan o açlıkla bir de oraya yürüdük. Baya da uzun bi yol bu arada. Neyse yürüdük efendim. Benim gibi olmayan normal insanlar, işte bu yamaç kenarlarına sandalyelerini kurmuşlar keyfe başlamışlardı bile. Ama yok ben illa gidicem görücem o sonu. Murat da peşimde tabi, yazık. Neyse gittik, ama bişey yok. Gitmeyin :) Bir taştan klübe ve bir deniz feneri dışında bir aksiyon yok. Onunda resimleri aşağıda var zaten. Gitmeyin işte, şuracığa bir kenara kurulun, keyif yapın.. 




Bu fotoğraflar kimin fikri söylemiyorum bile. Beni bilen bilir, bana bir fotoğraf makinesi verin ve ortamdan hızla uzaklaşın :) 







İşte o taştan ev




Evet bundan sonraki tüm fotolar, benim hayalgücümle, "onu biraz buraya kaydıralım", "şu taşı şuraya koysana", "hah makineyi de onun üstüne koy", "ay şu çalı çıkıyo onu biraz eğ" gibi benim yönetmenliğini Murat ın da ameleliğini yaptığı (:)) çabalarımızın sonuçları.













Biz ilk gittiğimizde baya sakin olan polente tepesi, gün battığında baya kalabalıktı göründüğü gibi. Tabi insanlar bizim gibi güneş batımına saatler kala değil, batmadan bi yarım saat önceden gelmişler. Siz de öyle yapın, bide yanınıza yiyecek alın, içecek alın, bakın bu çok önemli, aç kalmayın :)

Bozcaada da yapılacak diğer şeylerden birisi de, bozcaadanın o tertemiz koylarında, berrak sularında yüzmek geliyor. Başlıca koylarının arasında, Ayazma plajı , Akvaryum koyu geliyor. Bu altta gördüğünüz yer ayazma plajı. Biraz daha arabayla gidince akvaryum koyuna varılıyormuş. Bizim denize girmeyi seçtiğimiz gün, hava çok sıcak değildi, daha doğrusu deniz suyu fazlaca soğuk (baya buzlu suya girdiğinizi düşünün) olduğundan, güneş olmayınca çok üşüyorsunuz. O gün de hava yer yer bulutlu olduğundan biz çok da giremeyiz nasılsa diye düşünüp, akvaryum koyuna gitmedik. Ama ayazma plajı da çok güzeldi. Yani öyle bir sahil, plaj havası çok yok. Ama su o kadar temiz ve berrak ki, biraz daha ılık olsa hiç çıkmak istemezdim.







Tahmin ettiğimiz gibi, benim 40 derece yaz sıcağında bile bazen üşüyebilen vücudum, o soğuğa fazla dayanamadı ve biz 1-2 saat yüzdükten sonra, pansiyona dönüp, giyinip tekrar keşfe çıktık.




Bozcaada da çok ünlü bir Çiçek pastanesi var. Aslında eski bir kütüphane olan pastanenin en ünlü mamülleri arasında Badem Lokumu ve Damla sakızlı kurabiyesi var. Bir de dondurması tabi. Katkısız, tamamen doğal ve kendi imalatları.








Onun sokağı çünkü














Bozcaada denilince akla ilk gelen şeylerin başında şarapları geliyor sanırım. Biz de bir arkadaşın tavsiyesine uyarak Yunatçılar Şarapçılık dan bir kaç tavsiye şarabı alıp yolumuza koyulduk. Bu arada bu şarap imalat edenlerin, 15-20 tl gibi bir tutar karşılığında şarap tadım atölyeleri oluyor. İsteyen ona da katılabiliyor yani. Biz katılmadık, ama belki bir dahaki sefere..
















Ben hiç böyle bir sokak kedisi görmedim  :) 



Çoraplarım kalp ben


Ben bir de kaldığımız pansiyonun içini çok sevdiğimden odanın fotolarını çektim. Dafne pasnsiyonda kaldık. Biraz temizlik sıkıntısı var bana göre. Ama yine de fena değildi. Bahçesi falan da çok güzeldi. Detaylı resimler için link : http://www.bozcaadarehberi.com/nm-Dafne-cp-561






Bozcaada nın dönüşünde yolumuzun üzerinde olan Truva Antik kentine de ir uğrayalım dedik. Ama bence Truva antik kentinde görülebilecek tek şey, bu truva atı kopyası. Onun dışında ot, taş, çöp yani bişey kalmamış. Güzel saklanamamış malesef hiçbirşey. O yüzden Truva benim için bu aşağıdaki fotoğraflardan ibaret :D





Bir yazımızın daha sonuna geldik.
Sonrakilerde ve daha kısa zamanlarda görüşmek üzere..
Adios, miços :)