3 Eylül 2012 Pazartesi

Yazı kalır, herhangi bir yerde...

Yazı yazmayı öğrendiğim gün aslında bilinenden daha önemli bir günmüş benim için. Ailem veya öğretmenim için ifade eden anlamdan daha farklı bir anlamı varmış. Bunu yazmayı öğrendikten yaklaşık 7-8 yıl sonra fark ettim. O çocuksu halimden çıkıp, içimde anlamsız sinir,hüzün yaratan, depresif, mutlu, mutsuz ruh ortaya çıkınca, ergenlik denilen o biyolojik evreye girince yazmak benim için ifade ediş şekli haline geldi. Evet hiçbir zaman çok asi, sorunlu bir çocuk olmadım. Genelde uyumluydum,  yerli yersiz, hatta çoğu zaman sebepsiz ağlamalarım dışında.(Tamam hala ağlıyorum.) Mızmız da dediler, ağlamamla dalga da geçtiler. Ama genelde sorunsuzdum. Dışarıdan sakin, bir çok şeyi kafasına takmayan bir insan gibi görünebilmeyi başardım çoğu zaman. Başaramayacağımı anladığım zamanlarda ise, kaleme kağıda sarıldım. Anneme gitmedim, en yakın arkadaşımı aramadım, kız kardeşime söylemedim. Sadece yazdım. Her şeyi yazdım, ilkokuldayken kar yağmasına rağmen ödevim yüzünden dışarı çıkamayışımın sızlanışını yazdım. Lisede, en yakın arkadaşımın teneffüste beni bırakıp o yeni kızla gezmesine aslında çok içerlediğimi yazdım. Sonra biraz daha büyüyünce kalbimin acısını yazdım. Yazılan yer ve yazma şeklim değişti. Ajandalardan, günlüklerden bilgisayar ortamına geçti yazılanlar, cümlelerim değişti, olaylara bakış açım değişti, anlatma şeklim değişti. Ama yazma isteğim hep bende kaldı. Kimse okumadı yazdıklarımı, bazen ne hissettiğimi kelimelerle anlatamadığımda okuttum çevremdekilere. Ama hep saklıydı aslında inişlerim ve çıkışlarım.

Uzun zaman önce başlamıştım blog oluşturmaya. Ama yeteri kadar zaman ayırmadığımdan, ya da belki de uzun zamandır yazmaya bu kadar ihtiyaç duymadığımdan bugüne kadar erteledim. Geçen gün çok bunaldığım bir anımda, açıp arkadaşlarımın bloglarını okudum, hep yaptığım gibi. Ve bir arkadaşımın son yazısı tam da içimdeki hiç sorulmamış sorumun yanıtı oldu. Artık her birimiz farklı şehirlerdeydik, eskisi kadar toplanamayacaktık, paylaşamayacaktık. Fakat önemli olan o cam önünde ya da o kfc masasında buluşmak değildi zaten, önemli olan herhangi bir yerde birlikte olabilmemizdi.
Önemli olan anlatabilmekti ve anlayabilmekti işte.

 "yazar olamamak ve kötü yazı yazabilmek üzerine…" adlı yazıdan..
Hala yazıyorsam,  hala yaşıyorum...
Yazıya başlayışımın hikayesi çok daha uzun, ama tetikleyen bir yazı oldu yine.. Anlatmanın en güzel yolu yazmak, hem uçup gitmiyor sözler gibi, unutulmuyor. Bir defter arasında, mağara duvarında, bir kitap köşesinde ya da bilgisayarın gizli klasöründe, hep bir yerlerde kalıyor, saklanıyor. Sonra sıradan bir gününüzde, aniden karşınıza çıkıp gülümsetiyor, şaşırtıyor, hatırlatıyor. Durum böyle olunca sözlü anlatımda sınıfta kalmış biri olarak atalara bir kez daha hak vermeden geçemiyorum: Söz uçar yazı kalır :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder