17 Eylül 2012 Pazartesi

Doğum günüsü..

Çocukken ne kolaydı doğum günleri. Annem bir pasta yapardı, yanına da  bir poğaça. Mahalleden arkadaşlarla sokakta oyun oynarken, annemin hazır olduğunu söylemesiyle hep beraber eve doluşurduk. Mutfaktaki ikinci çekmecede ne kadar mum varsa koyardı annem pastanın üzerine, bir dilek diler üflerdim. Ne dilediğimi soran bile olmazdı, maksat pasta yemek çünkü. Yerdik içerdik, sonra haydi herkes evine. Oh mis gibi olup bitiyordu işte.
Yaş büyüdükçe iş daha da zorlaştı. Hediye alışverişi, sürpriz yapma curcunası derken doğum günü çocuğunun çevresindekiler için o gün aylar öncesinden planlanan bir organizasyon haline geldi. Hayır ömründe bir iki defa yapsan bu organizasyonu tamam, ama her yıl her yıl olunca iş çığırdan çıkıyor.. Sadece bir insanınkine odaklansan da yine bir nebze yapılabilir, ama bu işin,  annesi babası kardeşi ablası eşi dostu sevgilisi osu busu da olunca her an yeni bir hediye seçimi, sürpriz fikri sizi bekliyor. Bir kaç gün öncesinde tam da öyle bir curcunanın ortasındaydım. (Bunun yanına bir de çocukluk arkadaşım, dostumun evlenmesi girince curcuna beşe ona katlandı, neyse bunu ayrıcana anlatacağım.) Ne yapmalıyım, harika olmalı, farklı olmalı, öyle olmalı böyle olmalı.. Tüm bu "malı meli" lerin içinde boğulup dururken, aslında bunun yukarı anlattığım  beni zorlayan bir doğum günü  zorunluluğu değil, tek bir şey gerçekleştiğinde işte oldu diyebileceğim bir telafi ediş olduğunu farkettim. O mutlu olmalı.
 
Doğum günü 16 Eylüldü. Sıradan bir ayın sıradan bir günü. Doğum günü.. Hiçbir anlamı, diğer günlerden hiçbir farkı olmayan bir gün.. Bir başkasına göre belki.. Ama bana göre değil.. Doğum günü olduğu için klasik bir anlam yüklemek de değil niyetim. Sadece o günün bana, hayatıma kattıkları öyle fazla ki. Bazen düşünüyorum. Ya o gün olmasaydı, es geçilseydi. Hiç doğmamış olsaydı mesela. Nasıl olurdu benim hayatım. Yaşayamazdım demiyorum, tabiki yaşardım. Onu tanımadan önce yaşadığım gibi. Fakat benim hayatımda bir ondan öncesi bir de sonrası var işte. İki ayrı kişilik neredeyse. Hayır şizofren falan değilim. Ama bugün ki ben olmamı sağlayan çok şey öğrendim ondan. Hayatıma giren birçok insandan çok şey öğrendim evet. Arkadaşlığı, dostluğu, sevgiyi, hırsı, öfkeyi, ihaneti, hayalkırıklığını, mutluluğu, özlemi... Herşeyi çevremdekiler öğretti bana.. Ama onca insan içinde birtek o herşeyden önce tüm mutluluklardan, etkilemelerden önce kendimi tanımama zorladı beni. Bana rağmen benimle savaştı. Kendini bana göstermek için acele etmedi. Kendisine odaklanmaya zorlamadı beni. Hiç almadığım kadar özgürlüğü çekip aldı benden, bana vermek için. Bana inandı, yapabileceğimi, gidebileceğimi, istediklerimi istediğim gibi haykırabileceğimi anlatan yine oydu.  En zor günlerimde, kendime herkese, herşeye kapatmışken,  onu tekrar ve tekrar uzaklaştırırken kendimden, en çok o tuttu kollarımdan.  O yıktırdı duvarlarımı. Ben ilk defa ailem dışında bir insanın yanında ağlamamak için tutma gereği duymadım kendimi. Hatta onu bekledim doldurduğum balkonları boşaltayım diye. (Bu onun deyimi:) ) O gelmeden ağlamaz oldum. Kendimle, hayatımla ilgili geriye ittiğim onca şeyin farkına varmamı sağladı. Bana beni anlattı, anlatmak için çabaladı, ve hala da çabalıyor.
Bu anlattıklarım hayatıma sadece "ben" olarak kattıklarının bir kısmı. O sadece benim eşim değil, ya da halk arasında geçen tabirle "koca"m değil. Aslında o benim en iyi arkadaşım. Dostum, sırdaşım. Hayat arkadaşım, dolaşıp gittiğim kürkçü dükkanım. Omzumu rahatça yasladığım yastığım. En rahat yerim, yuvam.. Sıcak, güvenli ve gerçek.. Daha kelimelerle ifade edemeyeceğim, etsem de buraya yazmayı çok doğru bulamayacağım anlamları var işte içimde bir yerlerde. Hal böyle olunca evet sıradan bir gün aslında. Bir önceki günün aynısı. Aynı güneş, aynı çimen, aynı toprak, su, rüzgar.. Ama o gün ona benim için nasıl da özel olduğunu göstermeyi hatırladığım gün.. İşe, kitaba, tvye bilgisayara, oraya buraya dalıp da unutmalarımı, yanımda olmasının verdiği güvene dayanarak ertelemelerimi,  ilgilenmemelerimi, dikkate almamalarımı, gereksiz yere takındığım tatsız tavırlarımı, kırılacağını düşünmeden yaptığım yanlışları telafi etmeyi hatırladığım gün.. Bir yandan herşeyi için teşekkür ederken, bir taraftan da herşey için özür dilediğim gün.. "İyi ki doğdun" diye her an haykırdığım gün. İşte tüm bu sebeplerden dolayı, içimde beynimde bir curcuna büyüyor. Hiçbir şey yeterli gelmiyor. Bir hediye, bir sürpriz. Bu kadarcık değil çünkü onun bana kattıkları. Doğum günü olması da değil önemli olan zaten. Onun var olmasında, yanımda olmasında, orada o koltukta bana sürekli açıklama yaparak, maçı izliyor olmasında, yüzümün asıldığı, asıldığı anda fark ediyor olmasında bütün herşeyin kaybolup sadece onun varoluşunun anlam ifade edişi.
Yazılacak daha öyle çok şey varken, duruyorum artık. "İyi ki varsın" cümlesi, hem bu kadar basit hem de insanın içinde büyüyen onca şeyi tam anlamıyla ifade eden tek cümle bence. İyi ki var o, iyi ki yanımda. Karşımda, gülünce gamzesi çıkıyor, bir de doğum gününde süpriz yapılınca yüzü kıpkırmızı oluyor. Utancından gülümseyemiyor bile, öylece şaşıp kalıp, bir futbolcunun hayranlarına el sallaması edasıyla kırmızı bir suratla elini kaldırıp kafasını sallıyor. :)
İyi ki doğmuş.. İyi ki es geçilmemiş onun Doğum Günüsü...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder