31 Ocak 2013 Perşembe

Mesaikafası

Saat 19:42, iş yerindeyim, mesaiye kalmak durumunda kaldım. Everyone leave me alone.. Yalnızım yani. Yok öyle psikolojimde bir "neden mesaiye kalıyorum, hayır parasını da almıcam neyin nesi bu" gibi bir etkisi yok. Hatta böyle güzel oluyomuş, ofiste yalnız, kimse yok. Zırt bırt odaya dalan yok, gelip odada telefonla konuşan manyaklar yok (neyin kafasını yaşıyosunuz siz!), o iş noldu diyen yok, mail yok.. Ses yok seda yok,fatih yok, zümrüt yok, uğur yok, gökhan yok, bahadır yok, serhad abi yok.. Yalnız gitmeden arkadaş, şu şarkıyı dilime dolamayaydı iyiydi. Ama bir dinleyin. Kimse  de dememiş ki aga bu nedir diye.. Baya melodili nağmeli söylüyo abla. Şu yaşıma geldim böyle birşey görmedim. :p Bunu dinlerken ölebilirim. Benden bile kötü konuşmuyo mu ingilizceyi? (Siz biliyosunuz nasıl konuştuğumu, vtr lerde var..)

Öliciiiiiidiiim...

Yok valla benden kötü. Ben hiç bir zaman vılbiii vılbiiii diye konuşmadım. Töbe estağfur.
Çok sıkılıyorum da ben.
Öptüm bay.

26 Ocak 2013 Cumartesi

Cumartesi

Dün yorgunluktan ölüp bittikten sonra cumartesi sabah uyanıp işe gelmek ne kadar da moral bozucu anlatamam. Hayır bir de bu İstanbul' un havaları bize şaka yapıyor. Haftaiçi çalışırken dışarda güneş pırıltıları, oy hava ne sıcak, vav hava ne güzel durumları yaşanırken, gün dönüp haftasonuna geldiğinde kapalı mı kapalı bir hava. Dün arkadaşın biri sence yarın yağmur yağar mı ona göre şemsiye alayım dedi, bende haftasonu ya kesin yağacak dedim. Haklı da çıktım. Sabah kapalı bir hava ve yağmur. Come onn, yani bir cumartesi de pırıl pırıl şırıl şırıl güneşe uyanayım dostum. Ama yoooo, yooo dostum yooo.
Ve çalışmak istemiyorum yahu. 9:30 da işe gelmem gerekiyor ama ben geç kalıp 10 a doğru geliyorum. Ve daha böyle haftasonu mahmurluğumu üzerimden atamamışım. Sabah sabah bilgisayar ekranına bakarak yapabileceğim tek şey, gerine esneye film izlemek olabilir. E durum böyle olunca da visual studio yu açıp, habire get latest yapıp, bir taraftan da imdb de deli gibi fragman izliyorum. Youtube dan açıp bi bakayım dedim izlenecek film vardır kesin, romantik komedi denilen şeyin full versiyonu var. Bir 5 dk izledim, noluyo ya, ne nerdeyim moduna girip kapattım. O kadar da değil dedim, herşey de bir yere kadar dedim... 
Sonra işte biliyorsunuz " rachel getting married" durumu yaşıyorum bu sıralar. Önce söz sonra yüzük sonra düğün sonra bilmem ne. Daha kendiminkini atlatamamışken aynı şeyler bu kadar yakınen yaşamaya dayanamıyorum. Hayır my beloved sister ımı da kimselere vermek istemiyorum yani. Who' is he yani. Ama o mutlu olacaksa ben kalbime taş basarım mı diyeyim ne diyeyim. Demiyorum diyemiyorum. 
Ayyyy ben çok sıkılıyorum yaaa. Bitse de gitsek bitse de gitsek..

23 Ocak 2013 Çarşamba

Ahmet Ümit- İstanbul Hatırası

İstanbul'a taşınma fikrinin korkunç geldiği günlerde İstanbul'un güzelliklerini öğrenmek adına başladığım kitaptı İstanbul Hatırası. Elimde uzun süre sürünen, yani bir türlü bitiremediğim kitaplardan birisi de bu oldu. Kitap akıcı, sürükleyici yani elde o kadar uzun süre kalmasında yazarın, kurgunun, anlatım dilinin hiçbir suçu yok. Tüm suç zamanda, ve işe giderken çekmek zorunda olduğum meşakkatli yolda. Ha bir de kitap büyük olunca çantada taşıma fikri cazip gelmiyor tabi. İşte tüm bu bahanelerden dolayı kitabı çok uzun sürede bitirebildim.


Kitap, İstanbul' da Kral Byzas zamanından başlayarak günümüze kadar uzanan tarihi öneme sahip yapılara bırakılan yedi adet cesedin peşinden iz sürerek, bu seri cinayeti çözmeye çalışan Komiser Nevzat ve arkadaşlarının macerasını anlatıyor. Cesetlerin avuçlarına  bıraktıkları, her biri, bir kral adına basılmış olan sikkelerden yola çıkarak  diğer cesedi nereye bırakabileceklerini bulmaya çalışan Komiser Nevzat, karısını ve çocuğunu bir trafik kazasında kaybetmiş ve bir meyhane sahibi olan Eviugana ile hayata yeni yeni tutunmaya başlamış bir polis. Çocukluk arkadaşları olan veteriner Demir ve şair Yekta ile işinden vakit bulduğunca görüşen Nevzat'ın macerasını takip ederken, yalnızca bu üçlü arasında bilinen ve yaşanmış geçmiş olaylara tanık oluyoruz. Bir taraftan cinayeti çözmeye çalışırken, diğer taraftan Nevzat' ın hayatını öğreniyor, diğer taraftan da İstanbul' un hiç bilinmedik tarihini keşfediyorsunuz. Yani çok yönlü bir kitap. Bu yüzden yalnızca Polisiye romanı dersem, kitaba çok büyük haksızlık etmiş olurum. Dediğim gibi, İstanbul ve hiç bilinmedik tarihi ile ilgili çok güzel bilgiler veriyor. Özellikle İstanbul' da uzun zamandır yaşamış ve adı geçen tüm o yerleri gezmiş görmüşseniz, okurken hayal etmesi daha kolay olabilir ve daha heyecanlı gelebilir. Ama ben bahsettiği yerlerin çok azını gördüğüm için, kafamda canlandırmam biraz zor oldu. Bu yüzden tüm o yerlere gittikten sonra kitabı tekrar sindirerek okumayı planlıyorum.
Kitabın sonuna kadar cinayetin asıl nedeni ve katilerin kim olduğunu öğrenemiyorsunuz. Fakat kurgu o kadar güzel olmuş ki, kitaptaki herkesten şüpheleniyorsunuz. Ortaya çıkan katillerinse ters köşe yapmasından bahsetmiyorum bile. Öyle bir kitaba, böyle bir son yakışırdı zaten. Kesinlikle tavsiye edeceğim bir kitap. Özellikle istanbuldaki Çemberlitaş, Sarayburnu, Topkapı sarayı, Ayasofya, Sultanahmet'i ve aklıma gelmeyen bir kaç yeri daha gezmiş görmüş tarihi hakkında bilginiz varsa hemen alın okuyun derim.. 
Ben sonunda daha mutlu olmayı isterdim hani bi kitabı bitirince elinizde evirip çevirirken suratınızda aptal bi gülümeseme oluşur ya onu yaşayamadım bu kitapta, çok üzüldüm, yani hem sevindim hem üzüldüm. Biraz farklı bir sondu. Ama sanırım aralıkları uzun tutarak okumamam sayesinde çok da derinden sarsılmadım. Bana en büyük etkisiyse, zaten merak ettiğim yerlerin tarihi hakkında azıcık bilgi sahibi olunca daha çok merak etmeye başladım. Daha çok öğrenmek, daha çok gidip görmek istedim.. Okuyun, öğrenin, meraklanın derim... 

10 Ocak 2013 Perşembe

10.01.2013

.....
Çok sığdı dünyası..Tüm yaratıkların içinde yatan, o "seçilmiş kişi olma" dürtüsünü hiç hissetmemişti kendi derinliklerinde...O zamanlara kadar. E zaten seçilmemiş miydi kendince, ve çevredeki o minik ama onun görüşünün tamamını kaplayan toplulukça. Ama o bir diğeri... Geçici zamanlarını izliyordu yolun gerisinden.. Ya da gerisi gibi göründüğü  yerden.. Aslında çok adım sonralardan.. Ve bir önceki.. Hiç fark etmemişti o süre boyunca izlenildiğini. Hayranlık olarak yorumlamıştı belki de, at gözlüklerinden gördüğü kadarıyla kendini dünyanın efendisi sanarak... Karıncalar, Arılar, Kelebekler vardı bu diyarda.. Ve o en güzeliydi, Kelebek' ti.. Sadece bir günlük ömrü olduğunu unutmuşcasına kendini karınca ve arıdan üstün tutmuştu.. Bir günlük ömrü sona erip, yere düştüğü an.. Gerçekleri kavramak için artık çok geçti ...