1 hafta daha beklesem 1 aydır tek bir satır yazmamış olacağım. Yazmak istemediğimden ya da yazmayı düşünmediğimden değil. Sadece yazmadım hiç işte. Çevremdeki çoğu insan bu aralar sıkıntıda. Ablam, çocukluk arkadaşım, annem, kardeşim babam. Öyle büyük sıkıntılar değil çok şükür ama bazen bunları düşünmekten beynim kendini imha edecekmiş gibime geliyor. O kadar çok parçaya ayrılmış durumdayım ki. Kendimizi, almaya çalıştığımız evi, alırsak içini nasıl yaptıracağımızı, ne kadar kredi çekebileceğimizi, nasıl ödeyeceğimizi, ne ara taşınacağımızı, 1,5 aydır sanayide yatan arabanın parçasını nerden bulacağımızı, düğün için nasıl bir elbise alacağımı ve bana bize dair bir çok şeyi düşünmemeye çalışıyorum. Çünkü bir de o kadar şeyin üzerine bunları düşünürsem diyorum, zilleri takıp oynayan bir deliye dönüşeceğim.
Neyse ki kaderci bi insanım. Birşey olmuyorsa, almak istediğimiz 3. evi alma yolunda yine sorunlar yaşıyorsak demek ki diyorum almamalıyız, kısmet değil. Alalım diye yırtınıp kendimi paralamıyorum ama içimdeki kaderci olmayan diğer ses de konuşuyor sürekli. Neden diyor, neden bir türlü yoluna koyamadık ki. Sonra maceraperest çıkıyor, alsan ne olacak ki diyor, o parayla yapmak istediğin bi çok şeyi yapabilirsin neden bir taş yığınına ölesiye para dökeceksin ki? Sonra annemle konuşuyorum, hayatını tek bir maaşla 3 çocuk büyütüp okutmaya çalıştığı için hesaplarla geçiren bir anne olarak paranızı biriktirin çar çur etmeyin diyor. Evet çar çur etmeyeyim diyorum bu seferde. Aklımda milyonlarca tilki dönüyor ve hiçbirisinin birbirinden haberi yok. İşte böyle hallerdeyken yazmayayım diyorum ama bunları kimseyle böylesine açık açık konuşamadığım için yazmadan rahatlayamıyorum.
Dün akşam kuzey-güney ritüelinden önce Sliding Doors u (Rastlantının Böylesi) izledik. Seb hediye etmişti dvd sini, ilk o zaman izlemiştim bu filmi, sonra bir kez daha bilgisayarda açıp yarım yamalak tekrar izlediğimi hatırlıyorum. Bu sefer de Murat ın da o filmi görmesini istediğim için açtık fakat izleyince fark ettim ki bende çok hatırlamıyormuşum aslında neler olduğunu. Zaten o filmin ne anlatmak istediğini hiç anlamadım ben. Saniyelerin hayatımızın akışında çok önemli etkisi var, onu anlıyorum ama filim sonunda yine aynı yere bağlanıyor. Yani sanki aslında ne olursa olsun yaşaman gereken şeyleri erken veya biraz daha geç yaşıyorsun. Tanışman gereken kişiyle tanışıyorsun işte eninde sonunda. Görmen gerekenleri görüp, yaşaman gereken acıyı yine yaşıyorsun. Ben öyle anladım. Merak ediyorum çok mu yanlış anladığım bir film aceba ??