24 Kasım 2013 Pazar

İstanbul Mix...


Caddebostan Sahili
Plan: Çok param olursa buradan kesin bi ev alacağım.













Taksim - St Antuan Katolik Klisesi






Mum yaktık


Galata







 Üsküdar Sahil




Ortaköy Yolunda 

öyle bir yer yani :)


Çırağan Sarayının Devasa Kapısı

Ortaköy Sahil

Beşiktaş - Ortaköy Yolunda

En Sevdiğim Yol..



Kirli Vapur Camlarından












Adını bile bilmiyorum Çocuk, ama bir anda gelip önümde poz vermene bayıldım.. :)



7 Ekim 2013 Pazartesi

Model-Sıla-GNCFEST

GNCFEST bünyesinde düzenlenen konserlerden sonuncusuna yetişip Model ve Sıla konserine gidebildik dün. Mekanın bizim eve çok yakın olması en büyük etkendi sanırım.Yoksa ne Model ne de Sıla hayranıydım ben. İkisini de şöyle böyle, radyoda falan çıkınca dinlerdim, hatta Sıla da Murat sayesinde bıkkınlığa gelmişliğim de olmadı değil. Arabamız olduğu zamanlarda cd playerinde sürekli bir Sıla şarkıları dönüp duruyordu. Öyle olunca ya bu sılanın tüm şarkıları aynı mı bana mı öyle geliyor diyecek kadar beynime kazınmıştı tüm melodileri.
Arkadaşım önderliğinde konserden haberim oldu ve Murat'ın Sıla manyaklığı olduğunu düşündüğümden o mutlu olsun bari mantığıyla aldım iki bilet. Saat altıda başlıyor biliyorum ben hiç okumadım çünkü ne yazıyor, noluyor. Beş buçuk gibi gidip biletlerimizi teslim aldık ve sonra öğrendik ki 6 kapı açılışıymış, konser 8 de başlıyormuş. Neyse soğukta dışarıda ne yapacaz deyip giriş yaptık  Ülker Arenaya. Yalnız nasıl güzel yapmışlar oranın içini, pek bir sevdim, en kısa zamanda gelip bir maç izlenesi yani öyle deyim. 


Neyse 2 saat boyunca orada oturup, üniversitelileri gözlemledim ben, bir haller bir edalar :p Yani acaba biz de mi böyleydik, bazen böyle komik hareketler mi yapıyorduk dedim. Galiba öyleydik.. O sırada bu genç turkcell reklamı yaptılar tabi bol bol, hiç tanımadığım ama bu genç turckcell etkinliklerine sürekli katılan gençlerin belli ki tanıdığı birtakım insanlar sahneye çıkıp çıkıp, "eğleniyomuyuzzzz, hebereeee, höböröööö!" diye bağırıp durdular, İstanbul klibi çekeceğiz falan dediler, işte herkesin eller havada olsun şöyle yapın böle edin, ben ayakta onca saat dikilmemek için tribünden almıştım bileti. Saha içini kuş bakışı görüyor vaziyetteydik yani, öyle olunca ışık oyunlarıyla nası güzel görüntüler oluşuyormuş bayaca görmüş oldum. 
Neyse efendim bekleme kısmı sona erince saat tam sekizde Model çıktı sahneye. Anaaam minicik ya o kız :) Ama pek bir sempatik, ses tonu, konuşması, hareketleri falan.. 1 saat falan sahnede kaldı ve ben cidden sahne performanslarına hayran oldum. Sıfır vokal, çok güçlü bir ses. Arka plandaki kurulmuş, kocaman ekranın görüntüleriyle ışıkların uyumu. Çok çok beğendim. Fark etmeden baya da bi şarkısını ezberlemişim meğerse, eşlik ederken anladım. Model den sonra Sıla çıktı. Tabi önce bir sahne değişimi, sahne kurulumu falan oldu. Bir yarım saat falan bekledik yani. Evet Sıla hanım çıktı. Birincisi o ne rüküşlük, ikincisi o nasıl bir dans ediş şekli. Neyse bir le ikiyi saymazsak o da baya iyiydi. Ama benim için Model den sonra sönük kaldı. Sahnesi bir Model kadar iyi değil. Show yok yani, sadece ses var. Hatta bir ara hepsi koltuklara oturup, hadi evde söyler gibi söyleyelim dediler. Ve konserin sonuna kadar da öyle kaldılar. Bir ara vokalistlerinden biri bildiğimiz oryantal oynadı, birisi sanırım kendi bestesi olan bir şarkıyı söyledi. Ve tüm arena ona eşlik etti, o an anladım ki bu ne biçim şarkıdır ya diye içinden geçiren bir Murat la benim :) Neyse efenim öyle ya da böyle ben baya bir eğlendim aslında, bakmayın böyle her şeyi eleştirdiğime. Konser sırasında halimden gayet memnundum. GNCFEST in düzenlediği bir organizasyon olduğundan, ilk başta çok tırsmıştım etrafım ergenuslarla dolup taşacak diye ama baya çocuklu aileler falan da vardı. Ortam ve yaş düzeyi gayet uygundu yani. Bir daha kine takip edip gitmeyi planlıyorum.... Tavsiye ediyor muyum, ediyorum... 
GençTurkcell Senin Benim Bizim :)

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Çikotop ya da Çikilop...

Komşu fırını hepiniz duymuşsunuzdur. Bazı tatları cidden favorim benim ve bunların başında da Çikotop ları geliyor. Neredeyse her öğlen yemekten sonra aramızdan birisi Çikitop mu yesek diyor, ve geri kalan 5-6 kız eveeet diye çığlık atıyor. Bu halimiz yalnız çikitop al özel bir hal. Yoksa normalde gayet aklı başında sakin insanlarız.
Öyle olunca bir süre sonra içimizdeki ev hanımı imajı ortaya çıktı ve bunu neyle yapıyorlar da bu kadar güzel oluyor aceba diye fikir yürütmeye başladık. Bir takım tartışmalardan sonra açıp internetten bakmanın en mantıklısı olacağına karar verdik.
Geçen hafta pazar günü iftara misafirimiz vardı. Öyle olunca bende hemen bir deneyeyim dedim Çikilop u tatlı olarak. Bence gayet başarılı oldu ama ben sütü biraz az koydugumdan biraz çok az kuru oldu. Belki süt birazcık daha çok konulabilir.


Malzemeler; 
1 paket petübör büskevit,:)
150 gr fındık,
2 paket çikolata(Ben birisini fındıklı çikolata seçtim)
1 paket pudra şekeri,
1 paket vanilya,
1 pakete yakın kakao,
1 su bardağı süt, küçük su bardağı olacak ama. (Ben yarım su bardağı  koymuştum)
Yarım paket margarin.

Öncelikle fındığı ve petibörü robotda çekiyoruz. Ben fındığı iyice toz haline getirmedim, biraz dişe dokunsun istedim. Siz isterseniz onuda toz olana kadar çekebilirsiniz. 
Margarini eritip biraz soğumasını bekliyoruz. Bu sırada bir de çikolataları ben mari usulü eritiyoruz. Bilmeyenler için; biri büyük biri küçük iki kabı iç içe koyuyoruz. Büyük olan kabın içine kaynar su koyup, küçük olan içerideki kabın içine de çikolataları koyuyoruz. Ve erimesini bekliyoruz. Tabi içerideki küçük kabın içine su girmemesi lazım. 
Sonra bütün malzemeleri büyük bir kapta birleştirip yoğurmaya başlıyoruz. Eriyen margarini ve en son erimiş çikolataları da ekleyip tekrar yoğuruyoruz. Kıvama gelince cevizden daha büyük parçalar halinde toplar yapıyoruz. İstenirse sonra hindistan cevizine bulanabilir ama Murat hindistan cevizini hiç sevmediğinden ben öyle bırakmayı tercih ettim. Ha birde sakın benim düştüğüm hataya düşüp buzdolabında uzunca bir süre bekletmeyin. Böyle bir 15 dk sonra alın, oda sıcaklığında dursun. İçinde margarin olduğundan hemen donup sertleşiyor buzdolabında.
Ayrıca bi arkadaşım da bunu muzlu olarak yapmış. Yani margarin yerine muzu robottan çekip koymuş. O da güzel olmuş fakat muz çabuk eriyen birşey olduğundan yapar yapmaz dolaba koymuş ve sadece yiyeceği zaman çıkarmış. Çünkü hemen eriyormuş. O da farklı bir tat olabilir. 


12 Temmuz 2013 Cuma

Rüya

Bazı günler öyle rüyalar görüyorum ki, rüya olduğunu anlayınca ancak uyumaya devam edebiliyorum. Kaldığım yerden devam ediyorum ama nasıl olsa rüya bu diye içim rahat oluyor.  Yine öyle bir rüya gördüm. Tam olarak nerede olduğumu hatırlamıyorum. Bi ev içinde oluyorum  bi dışarda bi yerlerde. Kucağımda bir çocuk var. 3-4 yaşlarında. Ama benim çocuğum değil. Ben o çocukla oynuyorum. Ve çocuk kucağımdan inmiyor, hiç inmiyor. Bir de böyle bacaklarını benim belime doluyor, o kadar sıkı sarılıyor ki. Bir ara annem ortaya çıkıyor,  çocuğa yumuşak bir şekilde in hadi ablanın kucağından beli ağrıyacak fln diyor. Ama çocuk bırakmak ne kelime iyice sıkmaya başlıyor ayaklarını. Annem sinirleniyor tabi, kafasını sallayıp cıkcıklıyor, bana gözleriyle indir falan diyor. Ama çocuk o kadar hafif ki bana hiç yükü olmuyor böyle. Sonra ben bir tepe çıkmaya başlıyorum. Çocuk iniyor bir ara kucağımdan. Bir şeyler istiyor, dondurma galiba. Ben olmaz diyorum, neden olmaz diyorum onu bilmiyorum ama o an onu yememesi gerekiyormuş, ağlıyor sızlıyor ama ben sürekli olmaz, bu senin iyiliğin için tarzı bir şeyler söylüyorum. O sırada çocuğun babası çıkıyor ortaya nereden çıkıyorsa artık, çocuk biraz daha mızırdanınca hadi tamam deyip alıyor çocuğa dondurmayı. Ama ben nasıl sinirleniyorum. Böyle yetiştirirlerse bu çocuğu, her istediğini yaparlarsa ohooo olmaz fln diyorum içimden. Ama benim çocuğum değil ya bir şey de diyemiyorum. Bir taraftan da madem öyle niye ben bakıyorum ya bu çocuğa diye kızıyorum. Çocuk peşimden de ayrılmıyor ama, sürekli kucağımda falan. Çocuğa dönüp "bak sana rica ediyorum yeme o dondurmayı" diyorum, çocuk beni o kadar seviyormuş ki, söylediğimi dikkate alır belki falan diyorum. Ama çocuk da bana çok kurnazca cevaplar veriyor. Yani burada tuhaf olan çocuğa hem deli gibi sinir oluyorum niye yanımdaki bu, gitse ya falan diye düşünüyorum hem de bırakamıyorum bir türlü. Sonra çocuk yine kucağımda bir yere giderken, bir kafe gibi bir yerin yanında geçiyorum. Orası yanıyor. Yuvarlak bir kafe, orta tarafının tavan kısmı yok, açık, kenar kısımlarsa yarı kapalı. Stad gibi düşünün öyle birşey. O açık olan orta kısımdan alevler yükseliyor. Benim 5-10 katım büyüklüğümde, her taraf toz duman içinde kalmış oluyor. Sonra birden kendimi bir binanın yüksek bir katında bir evde buluyorum. Annemi arıyorum. Daire çok kalabalık ama herkes bir taraflara koşturuyor. Bu sefer de zemin kattaki kötü adamlar bir bomba patlatacaklarmış, patlamadan buradan çıkmalıyız diyorum. O yanımdaki küçük çocuk da teyzeme dönüşüyor, teyzem bana emanetmiş güya, onca zaman yanımda olan kişi teyzemmiş. Annemi ikna etmeye çalışıyorum evden çıkmalıyız, acele edin falan diyorum ama annem ağlıyor. Teyzen olmadan gitmem diyor. Teyzeme dönüyorum, o da ağlıyor, bu saatten sonra insem ne olacak, öleyim daha iyi gibi bir şeyler söylüyor, ama ben çok sinirleniyorum. Saçmalıyorsunuz hepiniz artık diye bağırıyorum, Teyzemi tutup kolundan kapıya doğru çekiyorum, bana emanetsin sana bir şey olmaması lazım, saçmalayın çıkın şu  evden diye habire püskürüyorum böyle. O sırada annem yine ağlayarak 15 gün önce ölmüş kimsenin haberi bile olmamış, kimsesiz gibi gömüldü falan diyor. Kim ölmüş diye sormama gerek kalmıyor, o an için biliyor oluyorum, dedem ölmüş oluyor. Çok şaşırıyorum, dedem mi ölmüş diye soruyorum anneme, annem ağlayarak bana bakıyor hiçbirşey söylemeden. Ama ben hala bu evi terketmeliyizin telaşını yaşıyorum. Tam inmeye ikna oluyorlar, bu defa bizim Kırıkkaledeki evde oluyoruz. Annem Alper in üzerinde ince gömlek vardı ona hırka alalım diyor, ben de evet hatice ye de alalım falan derken o kargaşada hırka, kazak arayışına giriyoruz.  İçimde sürekli bir telaş var, alalım şu hırkaları da çıkalım bir an önce diye, ama o kadar sakin arıyoruz ki hırkayı. Bu olur mu, bu olmaz mı diyerek uzun uzun bakıyoruz evirip çeviriyoruz hırkaları. Ve öyle hırkalara bakarken uyandım. Ki sanıyorum uyanmasaydım çatlayabilirdim, patlayabilirdim. Bir türlü çıkıp kurtulamadık ya şu evden... Böyle zamanlarda uyanıp, neyse ki rüyaymış demek ne büyük rahatmış onu anladım bir kez daha.. İnsan sevdiklerinin başına bir şey gelecek olmasına katlanamıyor, düşünmek bile istemiyor...

17 Haziran 2013 Pazartesi

Son 4..

Az kaldı.. Sadece 1 hafta daha sabredeceğim ve sonra en azından 1 haftalığına hiç bir şeyi düşünmeyerek, ya da düşünmemeye çalışarak yatacağım, kalkacağım, kitap okuyacağım, saatlerce bir noktaya bakıp hiçbir iş yapmadan vakit geçireceğim...
Son bir hafta bile değil hatta, bugünü saymazsak son 4 gün..
Bu 4 günün 3 gününde büyük bir proje yetiştirmem gerektiğini unutarak, kiracının evden zamanında çıkmasını, evi bir günde boyatabilmemizi, yine evi bir günde temizletebilmemizi umarak diyorum ki, geçsin şu ölü zaman....

4 Haziran 2013 Salı

#DirenTürkiye

" Tertemiz bir öyküdür bu..Öyle Temizdir ki..Vandalların, lümpellerin, saldırganların, yakıp yıkanların, kaostan yararlanıp provakosyan çıkarmak isteyenlerin, "keşke bir kaç kişi ölse" diyen sapkınların, olayları saptırmaya çalışanların, durumdan yararlanıp öyküyü kendinin kılmak isteyenlerin kirletemeyecekleri kadar temizdir... "  AHMET HAKAN..
Biberine gazına
Cobuna sopasına
Tekmelerin hasına
Eyvalllah eyvallah
Saldırın bana utanmadan sıkılmadan
Gözlerim yanar ama ezilmedim azalmadım
Özgürüm dedim hala
Haklıyım dedim hala sana
İnsanım dedim hala
Vazgeçermiyim söyle bana.
Biberine gazına
Cobuna sopasına
Tekmelerin hasına
Eyvallah eyvallah
Şamarı yüzümüze
Garezi dilimize
Şerefe hepinize
Eyvallah eyvallah
Kaldırın eli çekinmeden ve korkmadan
Meydanlar bizim unutmayın bu vatan bizim
Özgürüz dedik hala
Haklıyız dedik hala sana
İnsanız dedik hala
Vazgeçermiyiz söyle bana
Biberine gazına
Cobuna sopasına
Tekmeerin hasına
Eyvallah eyvallah
Şamarı yüzümüze
Garezi dilimize
Şerefe hepinize
Eyvallah eyvallah...
#DirenGeziParkı..

22 Mayıs 2013 Çarşamba

....



Uzun Bir yolculuk için hazırdım
Yanıma aldığım birkaç küçük kağıt parçası bir elma ve senin resmin..
Arkamda bırakırken her şeyi, tanıdıklar deli diye söyleniyordu, farkındaydım.
Ama, çıkılan her yolun başında yaşanması artık gelenek haline gelmiş vedalaşmalar yoktu bu ayrılışta!
Sessizdi İstanbul, sanki gökyüzünde bir yıldız takip ediyordu beni, gideceğin yere kadar bırakayım der gibi.
Tren hareket etti, kara duman sardı dört bir yanı..
Sevgililer üzülmesin diye çekilmiş bir perdeydi bu.
Giden kalanı görmedi, kalan gideni. 
Son anı için hatıralar yeterdi.
Kabinde yalnız olmanın verdiği güven ve huzur ile elmamı masaya koydum ve kâğıtları karalamaya devam ettim.
Seni seviyorum seni seviyorum seni seviyorum....
Tek yazabildiğim, tek yazmayı sevdiğim kelime buydu.
Satırlar doldu bu iki kelimeyle ama bu uzun yolculuk da yanıma aldığım hatıraların la sana bırakabileceğim en büyük hatıra aşkımı anlatabileceğim bu iki kelimeydi;
SENİ SEVİYORUM......
                                                                                                                             Murat Dirildi :)

25 Nisan 2013 Perşembe

BEYKOZ KORUSU


Geçen gün 23 Nisan  Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ydı. Ulu Önder Atatürk ün tüm dünya çocuklarına hediye ettiği gün.. Biz de bu güzel günü güzel bir yere giderek değerlendirelim istedik. Beykoz a doğru yola koyulduk. Köprü geçme gibi bir derdimiz olmadığından trafik sıkıntısı da olmadı. Beykoz a yaklaştıkça etrafımız yeşillenmeye başladı. Tam olarak nereye gideceğimize karar verememiştik. Anadolu Hisarını Polonezköyü görmek istiyordum ben ama, yol üzerinde Beykoz Korusu Sosyal Tesisleri tabelasını görünce önce oraya bir girelim dedik. 
                
Koru Girişinin Duvarları

                                         
Sen hep dalgalan göklerde!!



Yeşilliklerle kaplanmış eski bir köprünün altından geçince korunun giriş kapısını gördük ve içeri girdik. İnce bir patika uzanıyor ve karşıda bir çocuk parkı yer alıyordu girdiğimizde. Geri kalan her taraf  yemyeşil, her türlü ses var, kuş cıvıltıları, cırcır böcekleri, ağaçkakanlar, gözlerinizi kapatsanız seslerden vahşi doğa içinde falan olduğunuzu düşünebilirsiniz o kadar diyorum. Arabayı nereye parketsek, otopark var mı aceba diye düşünerek baya bir ilerledik arabayla .Hatta bir ara yol bozuluyor gibi oldu, bundan sonrası yok herhalde geri dönsek mi falan diye düşündük ama yine de devam ettik. Çünkü hala otopark derdindeyiz :)  İyi ki etmişiz. İlerde otopark gibi bir yer gördük, arabayı park ettik, bir görevlinin gelip bize fiş falan kesmesini bekliyoruz, İstanbul'da apartman önüne park edince bile "is park" yanında bitip senden para istediği için olsa gerek hiç ücretsiz olduğunu düşünmemiştik. Görevli gelmeyince biz gittik, ücret ne kadar diye, ücretsiz dedi.  Biz nasıl mutlu olduk nasıl mutlu olduk, lotodan para çıksa o kadar mesut bahtiyar olamazdık herhalde. Tam döndük gidiyorduk ki, "siz restoran a gelmiştiniz değil mi?" diye can alıcı soruyu sordu bize görevli abi. Biz de haa burda restoran mı var olduk çünkü görünmüyor ağaçlardan. Biraz ilerleyince hakikaten bembeyaz bir bina. Meğer o otopark da restoranın oto parkıymış. Biz de, sanki abi "bize oturmaya, çaya gelin" demiş gibi yani geliriz tabi ama şimdi koruyu gezicez önce dedik. Abi güldü, bizim otopark için tee buralara geldiğimiz çakmış olacak ki," koru da herhangi bir yere bırakabilirsiniz arabanızı. Yol kenarına falan her taraf ücretsizdir ve sıkıntı olmaz, bir daha ki gelişinizde aklınızda olsun" dedi. Biz de turist ömer edalarında " Biz yeni gelmek istanbula, istanbul çok güzel olmak, türk insanı var çok sıcak" şeklinde klişemizi yaparak ilerlemeye başladık. Yalnız iyi ki devam edip korunun bu tarafına gelmişiz. Çünkü biraz ilerleyince  gördük ki, koru denize sıfır konumdaymış meğer. Aradan sadece bir yol geçiyor. Etrafta ağaçların altı insan kaynıyor. Kampüsvari bir ortam herkes yeşilliklere yayılmış denizi izliyor. Biz biraz daha ilerledik ve sahil le koru arasında bir köprü odluğunu gördük. Yani aşağı inip yoldan geçmek yerine direk bir bağlantı yapmışlar. 

Koruyla beykoz sahil arasındaki köprünün içi

Köprünün sahil tarafı

Köprüden geçip sahile indik. ORası da ayrı bir cümbüş. Her taraf oltalarıyla balık tutmaya gelen insanla dolu.  
Murat hemen bir içlendi, balık tutma hayalini gerçekleştiremediği için henüz. Bir daha ki sefere o oltasıyla bense, kitap ve termosla gelmeye karar verdik. 

Tekneler, kiralık :)




Sahilde bir kez turladıktan sonra, koruya dönmeye karar verdik. Restoran da birşeyler yedikten sonra arabaya binip, korunun diğer tarafına doğru yol aldık. Orada bir yere park edip, yeşilliklerin içine daldık. Biraz ilerleyince farkettik ki takipçilerimiz var. Her taraf sincap dolu. Kafalarını ağaç kovuklarından çıkarıp bakıp sonra tekrar geri giriyorlar. Yakından bir fotoğraflarını çekmeyi denedim ama maalesef çok hızlılar.

Korunun diğer ucu



Sincap Alvin :)

Korunun her tarafındaki bu heykeller sincapları gördükten sonra bir anlam kazandı :)




Öyle pek güzel bir gündü. Temiz havadan çarpıldık biraz ama en kısa zamanda tekrarlamayı umuyorum.. Herkeslere tavsiye ederim..